15 Mayıs 2011 Pazar

ORTA-DOĞU HUNLARI

ORTA - DOĞU HUNLARl

Ak Hun-Eftalit Devleti


Büyük kısmı Volga'dan batıya geçen Hunlardan Güney îran'a ve Batı Afganistan'a inen bir bölük olduğu tahmin edilen Orta Doğu Hunlarının hiç olmazsa, Ak Hun-Eftalit devleti hanedan ailesi ile hakim zümresini teşkil ettikleri ileri sürülmüş; veya bu devlet, Töleslerden Chao-ché (Kao-kü)= Uygurların ataları)'lere bağlı Hua kolu mensuplarının Cungary bozkırlarından Horasan bölgesine geçerek 5. asrın ortalanna doğru bir siyasî teşekkül haline gelmesi ile ilgili görülmüştür. Hun tarihinin bu noktası oldukça karanlık bir manzara taşımaktadır. Hakimiyetini Hazar kıyılannda Kuzey Hindistan'a, Afganistan'a, îç Asya'ya kadar genişleten bu kavmin veya kavimler topluluğunun çeşitli vesikalarda birbirinden farklı adlarla anılması durumu daha da karıştırmakta gibidir. Vaktiyle Ed. Chavannes Yeta'ların neş'et ettiği Hua (Hoa) topluluk adı ile "Hun" kelimesinin yakı ilgisi bulunduğunu düşünmüş ve J. Marquart türlü adlarla zikredilen bu kavmin, Priskos'daki Kidarita (Sasanî imparatorluğu hududunda Kafkaslar'da oturan Hunlar)'lardan ibaret olduğunu ileri sürmüştü. Bizans'lı tarihçi Theophanes(8. asrın 2. yarısı)'e göre "Ephtalit" adı, Sasanî imparatoru Peroz (Fîrüz. 459-484)'u mağlüp eden Hun hükümdarı Ephtalanos'tan alınmıştır. Bu adın aslında, Eftalit paraları üzerinde görülen Hephthal-khion olduğu ve birinci kelimenin sülale adını, ikincisinin de kavim ismini gösten bileceği bildirilmiştir. Diğer taraftan îskenderiyeli Kosmas İndikopleustes (545-549 arası) ile Bizans tarihçisi Prokopios (545-550 arası)'un eserlerinc ve eski Hind vesikalarında aynı kavimden Ak Hunlar(Bizans: Devkhoi Ounni; Hind: Şveta-Huna) diye bahsedilmiştir. 520 yılında Ak Hun-Eftalit hükümdannı ziyaret eden Çinli seyyah Song Yün'ün notlarından bu kavmin Hunlarla akrabalığı anlaşılıyordu . 5. asrın ilk yarısında Sasanîlerle çarpışan Ak Hun hükümdarı "Khakan" unvanını taşıyordu ve Afganistan bölgesindeki Ak Hun prensinin unvanı da "Tegin" idi. Bölge yerli halkının îranî asıldan olduğu şüphesizdir.
Ak Hun-Eftalit meselesi son zamanlarda bilhassa K. Czegledy'nin geniş araştırması ile oldukça açıklık kazanmış görünüyor. Buna göre, tarihî gelişme M. 350 yıllarında Altaylar havalisinden batıya doğru cereyan eden büyük göç hareketi ile ilgilidir. îç Asya'da Hun idaresinden sonra iktidara gelen Sienpilerin yerine kurulan büyük Juan-juan devleti'nde Uar ve Hun adlannda iki kabile grubu 350'lilerde bilinmeyen bir sebeple o devletten ayrılarak bugünkü Güney Kazakistan bozkırına gelmiş, buranın eski Hun halkını Volga'ya doğru ittikten (Avrupa Hunları) az sonra güneye yönelerek Afganistan'ın Toharistan bölgesine inmişti. 367'ye doğru, buradaki eski Kuşan (Büyük Yüe-çi) ülkesine hükmeden "Kidarita" hanedanı (ihtimal îran asılh)'nı da Baktria (Belh havalisi)'ya süren bu îç Asyalı kütle, söylendiği gibi, Uar (= Avar; ) ve Hun kabileler birliği idi. Bu birlik daha sonra Kangkü (Çu-Maveraünnehir) ve Sogd (Semerkand ve havalisi)'un hakimleri olarak (Çince'deki Hiung-nu ve Avrupa dillerindeki Hun şekilleri arasında mahallî söylenişlere göre bazı ufak değişiklikler gösteren) yukarıda sıraladığımız adlar altında anılmıştır. Hakimiyetini batıda Hirkania (Gurgan. Hazar denizinin güneyi)'ya kadar genişleten bu devlet 5. asır ortalarından itibaren Heftal adında yeni bir hükümdar ailesine sahip olmuş (bu ad ilk defa 457'de görülüyor) ve yıkıldığı 557 yılına kadar hem sülale, hem kavim olarak öteki adlar ve Ak Hun adı ile birlikte bu adı da taşımıştır. Yapılan tesbitlere göre, devlette rol oynayan kabilelerden bazıları şunlardı: Kadis-hun (Herat civarında. Pers kaynaklannda Hvon, Prokopios'da Eftalit diye zikredilen bu kabile sonra îran'ın batısına göçmüştür; "Kadisiya" yer adının menşei), Zavul (Zabul; bundan Zabulistan), Çol (Çöl? Gurgan = Curcaniye, havalisinde), Kernıikhion (Karmir-hyon= Kızıl? Hun), Askil-Eskil Bunlardan hiç olmazsa bir kısmının yerli olduğu aşikardır.
Sogd bölgesini ele geçirdikten sonra îran üzerine baskı yapan Uar-hunların 9 yıl kadar süren (358'e doğru) şiddetli hücumları karşısında yıkılma tehlikesi geçiren Sasanî imparatorluğu Şapur II'nin gayretleri ile kurtuldu. Hatta iki taraf arasında ittifaka varan bir andlaşma oldu ve bu durum üç nesilden fazla bir süre devam etti (bu arada, Şapur'un, 359'da Amida (Diyarbakır)'yı kuşatmasında yardımcı olarak Hun kuvvetleri de bulunmuştu). Fakat Bahram Gor zamanında (420-438) başlayan yeni taarruzlar (427'den itibaren), Sasanîleri sarstı. Sogd bölgesinden Ceyhun'un güneyine doğru gelişen istila hareketinin Bahram Gor tarafından başarı ile durdurulması onun en şöhretli ("kurtarıcı") İran imparatorlarından sayılmasına vesile oldu. Halefi Yazdgird II zamanının (438-457) sonlarına doğru Uar-Hun (Ak Hun)'ların başında büyük hükümdar, Eftal (Abdel) hanedanından, Kün-han (Kun-han Priskos'da Kougkhas, îslam kaynaklarında Akh.ş.n.var vb.) îran iç işlerine karışarak, himayesine aldığı velîahd Peroz(Fîrüz)'u Sasanî tahtına çıkarmış (459-484), hakimiyetini Kuzey Hindistan'a doğru genişleterek orada, başında Skandagupta'nın bulunduğu Gupta devletini dağıtmıştı (470'e doğru). 484 yılında Ceyhun kıyılarında Ak Hun-Eftalitler tarafından mağlüp edilerek Herat bölgesini kaybeden ve yıllık vergiye bağlanan Sasanîler'in bu sırada geçirdiği dinî-içtimaî bir sarsıntı ülkelerini ihtilale sürükledi. Bu, Mazdek isyanı idi. Mazdek, Mani inancındaki "ikili" telakki (ışık-karanlık, iyilik-kötülük mücadelesi) üzerine sosyal huzursuzluk amillerini de ekleyerek, o tarihlerde yorulan ve iktisadî darlık içine düşen topluluğu kurtarmak iddiası ile düşüncelerini yaymağa başlamıştı. Buna göre, insanların saadetini bozan iki unsur vardı. Biri servet, diğeri kadın. Bunlardan her ikisi de herkesin ortak malı olduğu takdirde yeryüzünden kölüluk kalkacaktı. Bu tipik komünist propaganda neticesinde arazi ve servet sahipleri ile aile müessesesine karşı kışkırtılan halk, Mazdek ve müridleri tarafından ayaklandırıldı. Din adamları ve asîller öldürüldü, kadınlar tecavüze uğradı, evler ve konaklar yağmalandı, tahrip edildi. Devletin sıhhat kazanacağı hususunda Mazdek'e inanmak gafletini gösteren Şah Kavad (veya Kubad, 488-496 ve 498-531) da hapsedilmişti; fakat o kurtulmak imkanını bularak komşu Ak-Hunlara sığındı (496). îran'da olup bitenleri yakından takip eden Ak Hun hükümdarı, insanlık yararına hiçbir şey göremediği Mazdek hareketini kırıp yok etmek için, Kavad'ı 30 bin kişilik Hun süvari birliği başında îran'a gönderdi. Bu suretle Şah, ihtilali bastırdı (498-499) ve hadiselerin gelişme-sinden felaketin derecesini kavrayan halkın da yardımı ile Mazdek ve taraftarları yakalanarak idam edildi. Tabiatiyle temizlik ve ülkenin sükünete kavuşturulması uzun bir zamana ihtiyaç gösterdiğinden, Sasanî imparatorluğunda hak, adalet ve mülkiyet esasında normal nizam, daha ziyade, Kavad'ın oğlu Husrev I. Anüşîrvan (531-579) devrinde kurulmuştur ki, bu şehinşah tarihte "Adil" lakabı ile anılır.
Çin kaynaklarına göre, iç Asya'da Hoten, Kuça, Aksu, Kaşgar ve etrafını hakimiyetlerine alan Ak Hun-Eftalitler bu arada Kuzey Hindistan'ı da zaptetmişlerdi. Bu harekat "Tegin" unvanını taşıyan ve Kabil'de oturan Toramana adındaki başbuğ tarafından idare edilmişti199. 6. yüzyılın ilk yarısında ise Toramana'nın oğlu Mihiragula (Gollas, 515-545) imparatorluk güney kanadının en azametli hükümdarı görünmektedir. Ordusunda daima 700 savaş filinin bulunduğu rivayet edilir. Fakat Budist rahipler (Song Yün ve ondan bir asır sonra buraya gelen Hiuen-tsang) bu "Huna kralı"ndan hoşlanmamışlardır. Çünkü Mihiragula Budizmi ülkesi halkı için tehlikeli sayıyor ve Budistleri kontrol altında tutuyordu. Buna karşılık, îskenderiye'den Hindistan'a giden tüccar (sonra keşiş) Kosmas tarafından ve 530 tarihli Gwalior kitabesi ile Sanskrit yazılı "Keşmir vekayinamesi"nde Mihiragula Hindistan'ın en büyük hükümdan olarak tasvir edilmektedir.
îran'da Anüşîrvan büyük bir devlet adamı olarak belirdikçe Ak Hun-Eftalitler sönükleşti. 552 yılında Orta Asya'da Gök-Türk hakanlığı kurulup îstemi Yabgu Maveraünnehir bölgesinde faaliyete geçtiği zaman ise, iki büyük imparatorluk arasında sıkışan Ak Hun-Eftalit devletinin, Gök-Türklerin mücadeleye giriştikleri Juan-juanlarla olan siyasi ve sıhri rabıtaları da fayda vermedi. Anüşirvan ve İstemi'nin ortaklaşa hareketleri neticesinde Ak-Hun iktidarı yıkıldı ve ülke Gök-Türklerle İranlılar arasında paylaşıldı (557).
Üç kol halinde gelişmiş olan hun siyasi hakimiyeti -Kafkasya'daki (Derben kuzeyi- Hazar denizi arasında) Hunların Hazar hakanlığı idaresine girinceye kadar süren kısa hakimiyetleri dışında- bu suretle tarihe karışmakla beraber, Hunlara mensup Türk soyundan çeşitli kütleler , büyük Hun çağında şahsiyetini bulan zengin kültürleriyle göreceğimiz gibi ,Asya ,Avrupa ve Afrika kıt'alarında , Tabgaç, Gök-Türk ,Türgiş, Karluk, Uygur, Oğuz,Bulgar, Sabar,Hazar, Kuman, vb gibi türlü adlar altında ve yeni güçlü devletler, imparatorluklar kurararak yaşamaya devam etmişlerdir. Türk milleti denilen büyük alemin çocukları olan bu kütleler , aynı zamanda Rus, Macar, İslav-Bulgar, Romen, Gürcü devletlerinin kuruluş ve gelişmelerinde başlıca rol oynamışlar ve daha sonraki bütün İslam-Türk siyasi teşekkülerine askeri, hukuki ve sosyal yönlerden anakaynak vazifesi görmüşlerdir

MAYALAR

O rta Amerika Yerlileri olan Mayalar’ın kurduğu büyük uygarlık 16. yüzyılda yıkılmıştır. Bugünkü Meksika’nın güneyi,
Meksika batısında Pasifik Okyanusu, doğusunda Karayip Denizi ve kuzey doğusunda Meksika Körfezi bulunan Orta Amerika ülkesi. Meksika, kuzeyde Amerika Birleşik Devletleri sınırında geniş olup, Guatemala ve Belize ile komşu olduğu güneydoğuya doğru daralarak, bir üçgeni andırır. Yucatan Yarımadası ve kuzeybatıdan Pasifik Okyanusuna sokulan Baja (Aşağı) Kaliforniya bu görüntüyü bozar. 
Guatemala Cumhuriyeti kısaca Guatemala (İspanyolca:República de Guatemala). Orta Amerika'da Kıstas bölgesinde bir ülke. Kuzeyde Meksika, doğuda Belize ve Honduras, güneyde El Salvador'la komşudur. Ayrıca doğuda Karayib Denizine, batıda Büyük Okyanus'a kıyısı vardır. Başkenti Guatemala'dır.Belize’nin kuzeyinde kalan yerlerde gelişen bu uygarlıktan kalma büyük taş yapılardan oluşan kent kalıntıları günümüze kadar ulaşmıştır.
Maya halkının târihi M.Ö. 1000 yılına kadar uzanır. Uygarlığın en parlak dönemi M.S. 250 ile 900 seneleri arasındadır. Bu dönemde Mayalar nüfusları 5-20 bin arasında değişen 40’tan fazla yerleşim merkezi kurmuşlardı. Tikal, Uaxactün, Copàn, Bonampak, Palenque ve Rio Bec bu şehirlerin en büyükleri idi. 900 senesinden sonra Klasik Maya Medeniyeti, bilinmeyen bir sebepten dolayı hızla çöktü. Boşalan şehirler ve tören merkezleri ormanlarla kaplandı. Buna karşılık klasik dönem sonrası dönemde (900-1519) Chichen Hza ve Mayapàn gibi Yucatàn Yarımadasının dağlık bölgelerindeki şehirler gelişmelerini sürdürdüler. 1546’da İspanyollar Yucatan Yarımadası ve Guatemala’yı işgal ettiler. Maya medeniyetini tahrip edip bölgede pekçok katliam yaptılar. Şehirleri yağmalayarak, meşhur Maya eserleri zenginliklerini Avrupa’ya taşıdılar. Ancak Guatemala’nın bir kısmında, bir grup Maya halkı bağımsızlıklarını 150 yıl korudular.
Günümüzde Guatemala ve Yucatan’da yaşayan halkın çoğunluğu Maya’dır (Guatemala halkının yaklaşık % 65’i Maya’dır). Bunlar 15 Maya lisanından birini konuşurlar. Yucatan’daki Merida şehrinin halkı İspanyolca ve Maya lisanı veya Yucatan lisanı konuşur. Guatemala’nın uzak bölgelerinde bâtıl inançlar başta olmak üzere pekçok eski kültür devâm etmektedir.

Maya uygarlığının en parlak dönemi İS 250-900 arasına rastlar. Mayalar kurdukları kentleri piramitler, saraylar ve güzel heykellerle süslemişlerdir. Ne var ki , yalnızca dinsel törenler için yönetim merkezleri olarak kullanılan bu kentlerde kimse yaşamazdı. Mayalar bu görkemli kentlerin çevresindeki çiftliklerde yaşar, yöreye özgü ürünler olan mısır, fasulye biber ve domates yetiştirirlerdi. Uzmanlar yıllarca Mayalar’ın barışsever bir halk olduğuna inanmışlarsa da, son yıllarda elde edilen bilgiler Mayalar’ın savaşçı bir halk olduğunu, savaş tutsaklarını işkenceyle öldürdüklerini, dinsel törenlerde de çok kan döktüklerini ortaya koymuştur.
Maya kültürünün ana merkezleri Meksika’nın güneyinde Chiapas ve Guatemala’nın kuzeyinde Petèn idi. Ama yaklaşık İS 975’te savaş ve yoksulluk, halk evlerini bırakıp kuzeye, Yucàtan Yarımadasına’a göç etmeye zorladı. Burada, Toltek Yerlilerini’nin törelerinin etkisi altında kaldılar.
İspanyollar, Mayalar’ın yaşadığı toprakları 16. yüzyılın ilk yarısında istila ettiler. Mayalar tıpkı
Orta Amerika Yerlileri olan Mayalar’ın kurduğu büyük uygarlık 16. yüzyılda yıkılmıştır. Bugünkü Meksika’nın güneyi, Guatemala ve Belize’nin kuzeyinde kalan yerlerde gelişen bu uygarlıktan kalma büyük taş yapılardan oluşan kent kalıntıları günümüze kadar ulaşmıştır.
Aztekler gibi kendilerini savunamadılar. Çoğu öldürüldü, kalanlar da tutsak edildi.
Maya uygarlığı özellikle
Astronomi (Yunanca: astron "yıldız" ve nomos "yasa"), GÖKBİLİM olarak da bilinir, bütün gökcisimlerinin ve evrende dağılmış olan yıldızlararası maddenin kökenini, evrimini, bileşimini, uzaklığını ve hareketini inceleyen bilim. Gökcisimlerinin ve evreni oluşturan maddenin fiziksel ve kimyasal özelliklerini konu edinen astrofizik bu bilimin bir dalıdır.
Mimarlık, insan yaşamının içinde geçeceği mekan/mekanları oluşturmak/üretmek amacı ile, yapı/yapı gruplarını kapsayan fizik çevreyi tasarlamak uğraşına verilen isim. Bu çevre kırsal veya kentsel olabileceği gibi, yapıları veya mekanları kuşatan yakın dış çevre de mimari tasarımın kapsamına girer. Mekan, içinde yaşamın gerçekleştiği fizik ortam olarak tanımlanabilir. Mekanın oluşabilmesi ve üretilebilmesi için yapılara, yaşamın hergün artan çeşitliliği gözönüne alınırsa, oldukça karmaşık i

Matematik, sayma, ölçme, cisimlerin şekillerini tanımlama gibi temel işlemlerden ortaya çıkan ve yapı, düzen ve ilişkileri inceleyen bilim dalı. Mantıksal irdeleme ve nicel hesaplamaları konu alan matematik, idealleştirme ve soyutlamalara dayanır.
Heykel sanatsal bakış açısıyla meydana getirilmiş üç boyutlu formlara denir. Heykel temelde mekanın kapsanması, kavranması ve mekan ile ilişki kurulması ile ilgilenir hiyeroglif yazısı gibi bir çok alanda çok ilerlemişti. Çok karmaşık bir takvim sistemleri vardı. El sanatlarında da ileriydiler, güzel boyalı çömlekler ve pamuklu dokumalar yaptılar.
Bugün, genellikle Meksika ve Guatemala’da yaşayan yaklaşık 2 milyon Maya Yerlisi vardır. Çoğu Çiftçidir. Hemen hepsi Katolik olmakla birlikte, inançları geleneksel Maya dininden çok etkilenmiştir; yağmur ve bereket için putperest ayinler düzenlerler.

AMERİKAN TARİHİ




Krisof Kolomb 12 Ekim 1492 yılında Amerika'ıy keşfettikten sonra
Avrupa'dan buraya göçler başladı. İspanyol ve Brezilyalılar, kıtanın
daha güney bölgesine, ingliz, Fransız ve dier Avrupalı milletler ise
kuzel bölgesine gittiler. Kızılderili olarak anılan Amerika
yerlileri, vaktiyle yüksek medeniyet kurmuş bir millett. Fakat
ateşli silahları tanımadıkları için Avrupalılara karşı koyamadılar.
Geniş kıta içinde dağılarak, hakimiyeti tamamen yeni gelenelere
kaptırdılar.
İngilizler, ilk defa 1607'de Virginina'da Jamestown'a yerleştiler.
Güneyde Brezilya ve isyanya hakimiyet sınırlarını genişlettirken,
kuzeyde de küçük, ama gittikçi büyüyen kolonilr kuruldu. İngiliz
kültür ve geleneğini temel alan bu koloniler, İngiltere'nin
denetiminde onun sömürgesi durumnda idiler.
1774 yılında koloniler, durumlarını görüşmek için Philadalphia'da
ilk parlamentolarını topladılar. Bundan sonrü İngiltere aleyhinde ve
bağımsızlık lehinde çalışmalar yoğunlaştı. 19 Nisan 1775'te Amerikan
Bağımsızlık savaşının ilk kurşunları Massachusetts'in Lexington
şehrinde atıldı. 4 Temmuz 1776'da 13 Amerikan kolonisi bir istiklal
beyannamesi yayınladılar. 17 Ekim 1781'de İngiliz ordusu kolonilere
yenildi ve teslim oldu. 1787'de yeni Anayasa kaleme alınarak kabul
edildi ve 1789'da George Washington ilk cumhurbaşkanı seçildi.
Böylece kurulan Amerika Birleşik Devleti, teşkilatını güçlendirmeye,
göçler dolayısıyal nüfusunu artırmaya devam etti. 1860'da Abraham
Lincoln, Amerika'nın onaltıncı Cumhurbaşkanı oldu. Köleliği
kaldıracağnı duyurduğu için bazı koloniler birlikten ayrıldılar ve
iç savaş başladı. 1863'te kölelik kaldırıldı. 1865'te güneyliler
mağlup oldular ve içi savaş sona erdi.
1867'de ABD Alaska'yı Rusya'dan satın aldı. İspanya 1898'de Guam,
Porto Riko ve Filipinleri 20 milyon dolar karşılığında Amerika'ya
devretti. ABD 1917'de l. Dünya Savaşına katıldı. 1941'de Japonlar
Hawai'deki Pearl Harbour üssüne saldırınca ikinci Dünya Savaşına da
katılda ve müttefiklerin zafer kazamasında en büyük etken oldu.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra "Batı" ve "Doğa" bloklar olarak ikiye
ayırlan dünyada, Batı blokunun başı oldu.
Ekonomik güç bakımandan dünyanın birinci devleti olan Amerika
Birleşik Devletleri, teknolojide dev adımlarla ilerdi. 1969'de
Apollo-ll füzesi ile içinde insan bulanan ilk uzay aracını Ay'a
indirdi. İki Amerikan astronotonun Ay'da yaptıkları yürüşü, taş ve
toprak örnekelri toplamaları, Dünya'ya televizyon ile naklen
iletildi. Amerika bundan sonra beş defa daha Ay'a insan indirdi.
Amerika Birleşik Devletleri, bugün her bakımdan dünyanın en güçlü
devletidir.
Amerika'nın Günah Çehresi
ABD 1808, 1853 ve 1867’de olmak üzere üç defa toprak satın aldı.
Napolyon Louisiana’yı 15 milyon dolara ABD başkanı Jeferson’a sattı.
Meksika sınırındaki topraklar da Fransa’dan 10 milyon dolara satın
aldı. 1867’de Rus Çar’ı ll. Aleksanr, Alaska’yı 7.200.000 dolara
sattı.
Altına Hucum: 1848’de Kaliforniya’da altına hucum başladı. 1849
yılına kadar sürdü.
Kuzey – Güney Savaşı: Amerika’da 12 Nisan 1861’den 26 Mayıs 1865’e
kadar devam eden iç savaşlara “Kuzey-Güney”yada iç savaş denir. Bu
savaşlarda 500.000 kişi öldü. Kölelik kaldırıldı.
ABD BAĞIMSIZLIK SAVAŞI
YEDİYIL SAVAŞLARI (1756-1763)
Prusya’nın; Fransa, Rusya ve Avusturya ile yaptığı savaştır.
İngiltere’de Prusya’nın yanında katıldı. Savaşın sonucunda yapılan
antlaşma ile Fransa; Amerika ve Hindistan’da ki sömürgelerini
İngiltere’ye bıraktı. Bu olay, Fransa’da ihtilal olmasına neden
oldu. Prusya ise; Avrupa’nın en güçlü kara devleti haline geldi.

ABD’NİN KURULMASI (1787)
Amerika, İngiltere’nin sömürgesi altındaydı. 13 Koloni halinde
bulunmuştu. İngiltere, yediyıl savaşları sonucunda bozulan
maliyesini düzeltmek için sömürgelerine yeni vergiler yükledi. Bunun
üzerine 1774 yılında Amerika özgürlükçüleri Boston limanında bir
İngiliz gemisini ele geçirerek, çaylarını denize döktüler. Böylece
bağımsızlık savaşı başlamış oldu.
1774’de l. Filedelfiya kongresinde Virjinya eyaleti
bağımsız-ığını ilan etti. Onu diğer eyaleter izledi.
4 Temmuz 1776’da ll. Filedelfiya kongresinde İnsan Hakları
Bildirgesi yayınlandı.
İngiltere ile Amerak arasıdaki savaş 8 yıl sürdü. Fransa ve
İspanya kaybettikleri yerleri geri almak için Amerikalılar’ı
desteklediler. Amerikan ordusu İngilizleri Saratoğa ve York Town
savaşlarında yendi.
1783 yılında İngiltere ile Amerika arasıda Versay antlaşması
yapıldı.

Sonuçları:
Ø Ameraki, İngiltere ile yaptığı Versay antlaşmasi ele
bağımsız-lığını elde etti.
Ø Fransa, Yediyıl savaşlarında İngiltere’ye kaptırdığı Antil
adaları ve Senegal’i geri aldı.
Ø Almanya, l. Dünya savaşında İtilaf devletleriyle aynı
isimle bir antlaşma yaptı.
Ø 1787 yılında George Washington’un başkanlığında ABD
kuruldu.
Ø Fransız ihtilali’nin yapılmasına neden oldu.
Ø Sömürgeciliğe karşı verilmiş olan ilk bağımsızlık
hareketidir.
Ø İnsan Hakları Bildirgesi ile Frasız ihtilaline esin
kaynağı oldu.
Ø ABD, Avrupa’da bir denge unsuru oldu.

VİRGİNİA İNSAN HAKLARI BİLDİRİSİ

12 Haziran 1776

İşbu bildiri, Virginia halkının eksiksiz ve özgürce bir araya gelen
temsilcileri tarafından ilan edilen bir haklar bildirisidir. Bu
haklar, Virginia halkı ve Virginia halkının gelecek nesilleri için,
yönetimlerinin temeli ve hukuki dayanağı olacaktır.

Madde 1
Tüm insanlar doğuştan eşit derecede özgür ve bağımsızdırlar. Doğar
doğmaz edindikleri belli bazı hakları vardır; siyasal bir topluluk
kurdukları zaman, hiçbir antlaşmayla gelecek nesilleri bu haklardan
yoksun bırakamaz, onları bu haklardan vazgeçmeleri için
zorlayamazlar; yaşama ve özgürlük haklarıyla, mülk edinme ve sahip
olma, mutluluk ve güvenlik arama ve kazanma olanağı da bunların
arasındadır.

Madde 2
Tüm güç halkta toplanır ve halktan gelir; yetkili kişiler halkın
vekilleridirler; halk için çalışırlar; halka karşı her zaman
sorumludurlar.

Madde 3
Yönetim; halkın, ulusun ya da kamuoyunun ortak yararı, savunması ve
güvenliği için kurulmuştur, bu amaçla kurulmalıdır; çeşitli
yönetimler ve yönetim biçimleri içinde en iyisi, en fazla mutluluğu
ve güvenliği sağlayabilen ve iktidarın kötüye kullanılması
tehlikesine karşı en etkin önlemleri alabilen yönetimdir; herhangi
bir yönetim bu göreve layık olmadığını gösterir ya da bu görevi hiçe
sayarsa, toplumun çoğunluğunun, kamu yararına en uygun gördükleri
bir biçimde, bu yönetimde ıslahata gitmek, yapısını değiştirmek ya
da yönetimi ilga etmek hakkı doğar; bu hak vazgeçilmez, devredilemez
ve iptal edilemez bir haktır.

Madde 4
Herkese açık kamu görevinde bulunan, hiçbir kişi ya da kişiler
topluluğu, kamu yararına ters düşecek, özel ve ayrı kazançlar ya da
ayrıcalıklar sağlayamaz; bu görevler devredilemeyecekleri gibi,
memurların, milletvekillerinin ve yargıçların makamları da babadan
oğula geçmemelidir.

Madde 5
Devletin yasama ve yürütme güçleri, yargılama gücünden ayrı ve
bağımsız olmalıdır; bu ilk iki gücün üyeleri, halkın sıkıntılarını
hissedebilmeli, bu sıkıntılara ortak olabilmeli ve belli
aralıklarla, kendi seçim bölgelerine, özel yaşamlarına geri
dönmelidirler ki, iktidarsızlık çekmesinler; kadrolardaki açıklar,
önceden kararlaştırılan sürekli ve düzenli seçimlerle
doldurulmalıdır; bu seçimlerde eski görevlilerin tamamı ya da bir
kısmı, yasaya uygunluğuna bakılarak yeniden seçilebilir.

Madde 6
Meclislerde halkın temsilcisi olarak çalışılacak kişilerin seçimi
serbesttir; topluma bağlılık ve sürekli genel ilgi beslediğine dair
yeterli delili alan herkesin oy hakkı vardır; kamu yararı için,
kendinin ya da seçtiği temsilcilerin rızası olmadan, kimse ne vergi
ödemeye zorlanabilir, ne de mülkü elinden alınabilir; aynı biçimde
kimse, kamu yararını gözönünde bulundurarak kabul etmediği yasalara
uymakla yükümlü değildir.

Madde 7
Herhangi bir yetkinin, herhangi bir makam tarafından kullanılması,
yasaların icrası ya da sürüncemede bırakılmaları, halk
temsilcilerinin onayı olmadıkça, halkın haklarına bir tecavüzdür; bu
yüzden asla yapılmamalıdır.

Madde 8
Tüm ciddi yolsuzluk ve cürüm hallerinde, herkes kendisi hakkında
yapılan suçlamanın gerekçesini ve niteliğini sormak, suçlamayı
yapanlarla, tanıklarla yüzleşmek, kendi lehine olan delilleri
göstermek, kendi çevresinden seçilmiş oybirliğiyle karar vermedikçe
suçlu sayılmayacağı, tarafsız bir jüri önünde, hızla yargılanmak
hakkına sahiptir. Hiç kimse kendi aleyhine delil göstermeye
zorlanamaz. Ülkenin bu konuda bir yasası ya da kendisine eşit
kişilerin bir kararı olmadıkça kimsenin özgürlüğü elinden alınamaz.

Madde 9
Hiç kimseden aşırı kefalet akçesi istenemez; yüksek para cezaları ya
da zulüm sayılabilecek, olağandışı cezalar verilemez.

Madde 10
Bir memura ya da özel görevliye, işlenen suç hakkında açık bir delil
olmadan kuşkulu yerleri araması ya da tarif edilmemiş, suçu açıkça
anlatılıp, delilleri gösterilmemiş kişi ya da kişileri yakalaması
için verilen arama ve tutuklama müzekkereleri haksız ve despotiktir;
bu tür müzekkerelerin verilmemesi gerekir.

Madde 11
Mülkiyetle ilgili ya da kişiler arasındaki özel davalarda, eski,
jüriyle yargılama yöntemine dokunulmamalı ve bu yöntem diğer
yargılama yöntemlerine yeğlenmelidir.

Madde 12
Özgürlüğün en güçlü kalelerinden birisi de basın özgürlüğüdür;
despotik yönetimler dışında, asla sınırlandırılamaz.

Madde 13
Vatandaşlar arasından seçilen, silah eğitimi görmüş kişilerden
kurulu, düzenli bir milis gücü özgür bir ülkenin en uygun, en doğal
ve en emin güvenlik aracıdır; barış zamanında sürekli ordular
bulundurmak, ülkenin iç özgürlüğü için tehlikeli sayılmalı ve bundan
kaçınılmalıdır; ordu her durumda, sivil gücün emri altında bulunmalı
ve sivil güç tarafından yönetilmelidir.

Madde 14
Halkın bölünmez bir yönetim kurmaya hakkı vardır, bu yüzden bu
sınırlar içinde Virginia yönetiminden ayrı, bağımsız bir yönetim
kurulamaz ya da oluşturulamaz.

Madde 15
Ancak adalete, ılımlılığa, tutumluluğa, alçakgönüllülüğe ve erdeme
sıkı sıkıya bağlı kalarak, her fırsatta temel ilkeleri anarak, bir
halk özgür bir yönetime ve özgürlüğün nimetlerine sahip olabilir.

Madde 16
Yaradan’a borçlu olduğumuz görevimiz, dinimiz ve bunu yerine getirme
tarzımız, şiddet ve baskıyla değil, ancak irade ve inançla
belirlenebilir; bu yüzden herkes, dininin gereklerini, vicdanının
buyruklarına göre yerine getirmek hakkına sahiptir; birbirine karşı,
Hıristiyan sabrını, sevgisini ve merhametini göstermek herkesin
görevidir.
Amerikan Kıtasına İnsanlar ne zaman Geldi?

Amerika kıtasının ilk insanları, M.Ö. 28.000-23.000 yılları arasında
Asya’dan gelmişleri. O çağda, iki kıta bugünkü Bering Boğazı’nın
olduğu yerden birbiriyle birmeşiyordu. Asya’dan Amerikaya göç çok
uzun zamanda oldu.
İNKALAR
İknaların ataları taş devrinden beri Peru ormanlarında yaşıyorlardı.
13. yüzyılda, imparatorluğun gelecekteki başkenti Cuzco gelişmeye
başladı. İknalar hala bir dağ aşireti idiler ama askeri
teşkilatlarının mükemmel oluşu daha gelişmiş toplumları idareleri
altına almalarını sağladı. İnka uygarlığı 1438 yılında kuruldu.
Fakat yüz sene sonra İspanyolların gelmesiyle yıkıldı.
MAYALALAR

Maya medeniyeti, MÖ: 1500 yılından itibaren gelişmeye başladı ve
bugünkü Beliza, Guatemala ve Güneydoğu meksika’nın olduğu bölgelerde
kuruldu.
9.yüzyıldan itibaren Mayalar büyük şehirleri yavaş yavaş terk etmeye
başladılar. Bunun sebebi tam olarak bilinmiyor. Daha sonra orta
Meksika’da “ltza”lar denilen bir grup “Toltek” uygarlığını kurdular.
Tolketler uygarlığı Maya uygarlığının bir rönesansı, yani yeniden
doğuşu sayılır. Bu uygarlığın merkezi Yucatan yarımadasıdır. MS.9.
yüzyıldan, bölgeye İspanyolların geliş tarihi olan 1519’a kadar
devam eden bu uygarlığa, kalisk dönem sonrası deniyor.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ TARİHİ

T.C. Tarihi Cumhuriyet Dönemi

A) Cumhuriyetin İlanı ve Halifeliğin Kaldırılması:
1. Cumhuriyetin İlanı ve Mustafa Kemal Paşa'nın ilk Cumhurbaşkanı Seçilişi.
2. Halifeliğin Kaldırılması ve Bunun Önemi.
B) Partiler ve Çok Partili Döneme Geçiş Dönemleri:
1. Cumhuriyet Halk Fırkası.
2. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Şeyh Sait Ayaklanması.
3. Mustafa Kemal'e Suikast.
4. Serbest Cumhuriyet Fırkası ve Menemen Olayı.
C) İnkılabın Gelişimi, Devlet ve Toplum Kurumlarının Laikleşmesi.
1. Osmanlı Devletinde Hukuk.
2. Din-Devlet ilişkisi ve Aşamaları.
3. Türk Medeni Kanununun Kabulü ve Karakteri.
D) Eğitim ve Kültür Alanında İnkılap Hareketleri:
1. Türk Harflerinin Kabulü.
2. Tevhid-i Tedrisat Kanunu.
3. Medreselerin Kaldırılmamsı.
4. Eğitim-Öğretim Alanında Gelişmeler, (Okullar, Güzel Sanatlar ve Kültür alanında gelişmeler üzerinde durulması)
5. Yeni Tarih Anlayışı.
6. Türk Dilinin Gelişmesi.
E) Toplumsal Yaşayışın Düzenlenmesi :
1. Tekkelerin, Zaviyelerin ve Türbelerin Kapatılması.
2. Kıyafette Değişiklik.
3. Soyadı Kanununun Kabulü.
4. Ölçüler, Saat ve Takvimde Değişiklik.
5. Kadın Haklarının Kabulü.
F) Ekonomik Alanda Gelişme:
1. Milli Ekonominin Kurulması :
a) Cumhuriyetin İlk Yıllarında Ekonomi.
b) Milli Ekonomi İlkesi ve Uygulanması.
c) Tarım (Köycülük siyaseti, kooperatifçilik, toprak reformu, vergi sistemi üzerinde durulması).
d) Ticaret (Kabotaj hakkının açıklanması.)
e) Sanayi ve Madencilik
2. Bayındırlık Alanında Gelişme.
3. Sağlık ve Tıp Alanında Gelişme.
             
Atatürk inkılaplarının tümü bir bütün oluşturur. Birbirini tamamlarlar.
   Türk inkılabının amacı, Türk halkını çağdaş uygarlık düzeyine çıkarmaktır.
   Saltanat' ın kaldırılması (1 Kasım 1922) :
Nedenleri :
  • Milli mücadele sırasında İtilafçılarla beraber hareket etmişti,
  • “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” hükmü padişahlıkla çelişiyordu.
  • Lozan barışı sırasında İtilafçılar sultanı da görüşmelere davet ederek Türk heyetinde ikilik yaratmak istiyordu. Bunun önüne geçilmesi gerekiyordu.
   * Bu nedenle saltanat 1 Kasım 1922’te kaldırıldı.
   M. Kemal, Erzurum kongresinden itibaren cumhuriyete doğru gidişi ortaya koymuştu. Ancak ülke şartlarının buna elverişli olmaması nedeni ile bu amacını açıkça söylemiyordu. Kurtuluş Savaşı kazanılıp şartlar olanak verince 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet TBMM’nin kabul ettiği bir tasarı ile ilan edilmiştir.
 
  Halifeliğin Kaldırılması ( 3 Mart 1924 ) :
   1-Halife peygamber ve Emeviler döneminde hem devlet lideri hem de ordu komutanı idi. Osmanlılara geçince daha çok İslam dünyasını birleştirici bir güç olarak kullanıldı. Ancak bu pek başarılı olmamış ve önemini kaybetmişti.
   2-Halife Türkiye’de de devlet işlerine karışmaya başlamış ve cumhuriyete karşı olanlarla iş birliği yapmaya başlamıştı. Bu nedenlerle 3 Mart 1924 yılında halifelik kaldırıldı.
 
 Devlet hizmetlerinin halka daha iyi ulaştırılabilmesi için Türkiye’nin idari teşkilatı yeniden düzenlendi. Merkezi idareye bağlı olarak Türkiye, iller, ilçeler, bucaklar ve köylere ayrıldı. İle vali, ilçelere kaymakam, devletin temsilcisi olarak yönetici atanır.
 
 Türkiye’nin başkenti, Ankara olarak belirlendi.
  •   Milli mücadelenin  bütün çalışmaları burada yapılmıştı,
  •   TBMM, burada açılmış ve çalışmıştı,
  •   Ulaşım, haberleşme ve bütün diğer imkanlar açısından Türkiye’nin tüm bölgeleriyle bağlantılıydı. Ülkeyi buradan kontrol etmek daha olanaklı idi.
 
Atatürk yeni Türk Devleti’nde demokratik rejimi yerleştirmenin yolunun demokrasi olduğunu biliyordu. Bu nedenle siyasi yönetimin tam bir hür ortamda oluşturulabilmesi için halkın seçim hürriyetini sağlamak gerekiyordu.
   Demokrasi değişik fikirlerin varlığını kabul eder. Siyasi parti de aynı görüşü paylaşan insanların bir araya gelip oluşturdukları bir örgüttür. 
   Kurtuluş Savaşı sırasında siyasi partiler yoktu. Herkes ülkenin kurtarılmasını istiyordu. Ancak savaştan sonra ve özellikle saltanatın kaldırılmasının ardından mecliste muhalifler arttı ve kendiliğinden iki grup oluştu. Seçimler yaklaşınca M. Kemal Cumhuriyet Halk Fırkası’nı kurdu(9 Ağustos 1923).
   Bir süre sonra Atatürk’ün bazı arkadaşlarında fikir ayrılıkları başlamış ve onlar da kendi fikirlerini uygulamak üzere terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdular. İlk başta iyi niyetle kurulan bu parti daha sonra cumhuriyete karşı olanların toplandığı bir odak haline gelmiş ve bu kişilerin çıkardığı bazı ayaklanmalara üzerine parti kapatılmıştır.
   Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nda toplananlar, saltanatın ve halifeliğin yeniden tesisi için çalışıyorlardı.Bunlar Diyarbakır ve Elazığ çevresinde Şeyh Sait İsyanı’nı çıkarmıştı. Bunun üzerine Takrir-i Sükun Kanunu çıkarılıp İstiklal Mahkemeleri kuruldu ve isyan bastırılıp elebaşıları İstiklal Mahkemelerinde yargılandı.
   M. Kemal’i, saltanat ve halifeliğe dönüş için engel olarak görenler onu öldürmeyi tasarlamıştı. Ancak suikastçileri kaçıracak olan motorcunun bu amacından vazgeçip haber vermesi üzerine amaçlarına ulaşamadılar.
   1925-1930 yılları arasında inkılaplara devam ediliyordu. Ancak 1929’da yaşanan ekonomik bunalım, M. Kemal’in ekonomik politikasını eleştirenler arttı. Bunun üzerine Atatürk, farklı görüşler için başka partilerin kurulmasını istedi. Sonuçta Ali Fethi Bey tarafından Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu. Ancak bu parti de öncekinde olduğu gibi cumhuriyet rejimine karşı olanların toplandığı bir merkez haline gelince bu da kapatılmak zorunda kalınacak ve böylece ilk çok partili rejim denemeleri başarısız olmuştur.(1945 yılında ancak başarı sağla..).
   Menemen olayı, cumhuriyete karşı olanların halkın dini, duygularını kullanarak çıkardıkları bir ayaklanmadır. Derviş Mehmet liderliğinde başlayan ayaklanmayı bastırmak isteyen Öğretmen Asteğmen Kubilay, asilerce başı kesilerek şehit edildi.Ayaklanma daha sonra bastırılarak suçlulara gerekli cezalar verildi.
Hukuk, vatandaşların birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen yazılı kuralların bütünündür.
 Hukuk alanında yapılan inkılaplar:
   1-Anayasanın Kabulü  (20 Ocak 1921) ( Teşkilat-ı Esasiye Kanunu )
   Anayasanın Önemli Hükümleri:
       a)Egemenliğin millete ait olduğu,
       b)Kuvvetler birliği(Yasama, yürütme ve yargının TBMM’nde toplanması).
       c)TBMM’nin devleti yönetecek en üstün organ olduğu,
   29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanı üzerine anayasanın 1. maddesi “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” şeklinde düzenlendi. 1924’te günün şartlarına göre 2. anayasa yapılmıştır.
  
2-Türk Medeni Kanunu, Türk Ceza Kanunu ve Türk Ticaret Kanununun Kabulü:
  
Türk Medeni Kanunu’nun Özellikleri:
  •  Kadın ve erkek sosyal ve ekonomik olarak eşit hale getirildi,
  • Tek eşlilik ve resmi nikah esası getirildi,
  •  Evlenmelerde iki tarafın isteği esas alındı,
  • Kadınlara da boşanma hakkı tanındı.Böylece çocukların da hakları güvence altına alındı.   
 
 Eğitim ve Kültür Alanında İnkılap:
  
 1-Çağdaşlaşma ve Uygarlık: Çağdaşlaşma, aklın ve bilimin ışığında yaşadığımız zamana ayak uydurmaktır. Atatürk’ün gelişim için rehber aldığı faktör, bilim ve tekniktir. Atatürk, Batı uygarlığını hedef gösterirken bilim ve teknolojideki ilerlemelerini kasteder.
 
   2-Milli Eğitim:   
a)Tevhid-i Tedrisat(Öğretim Birliği) Kanunun Kabulü ve Medreselerin Kaldırılması:
   Osmanlıların son zamanlarında iki türlü eğitim yapılıyordu. Birincisi, bilimin ışığında eğitim veren Batı tipi okullar; ikincisi de din kurallarına göre ve dolayısıyla serbest düşünceye dayanmayan Medreseler. Bu ikilik, toplumda iki ayrı düşüncede olan iki tip nesil yetiştiriyordu. Atatürk bilime dayanmayan Medreseleri kaldırarak toplumdaki ikiliğin önüne geçmiş oldu.
 
  Bugünkü Eğitim Sistemimizin Esasları:
  •    Eğitim birliği,     
  •    Kız-erkek eşitliği,
  •   Eğitimin tüm yurtta yaygınlaştırılması,
  •    Eğitimde uygulamaya ağırlık verilmesi,
  •    Programların ihtiyaçlara göre hazırlanması,
  •    Programların bilimsel olması,
  •    Saygılı, sevgili ve sorumlu bir disiplin
  •    Yetenekli ve mesleğini seven fertler yetiştirme,
 
b)Yeni Türk Harflerinin Kabulü:
Osmanlılarda Arap alfabesi kullanılıyordu. Bu, eğitim ve öğretimi zorlaştırıyordu. Tüm yurtta okur-yazarlılığın yaygınlaştırılması, Latin alfabesine dayanan yeni Türk Alfabesi ile sağlandı.(1 Kasım 1928).Türkler tarih boyunca bir çok devlet kurmuştur. Hun, Göktürk, Uygur, Selçuklu, Osmanlı, Türkiye gibi... Bu devletleri kurarken gittikleri yerlerde Türk kültür ve uygarlığını da yaygınlaştırmışlardır.
   Atatürk’ün ilkelerinden milliyetçilik, insanın tarihine bağlılığı da ifade eder. Atatürk, milletine ve tarihine bağlılığını, tarih alanındaki çalışmaları ile göstermiştir. Türk tarihinin gerçekçi bir biçimde araştırılması için “Türk Tarih Tetkik Cemiyetini” kurmuştur. Bugün bu kuruluş “Türk Tarih Kurumu” adını taşır. Atatürk tarih yazarlarının tarihi yapanlara bağlı kalmasını istiyordu. Yani tarihin gerçekçi bir biçimde yazılmasını ve böylece gelecek kuşakların doğru bilgilenip bundan gerekli dersleri çıkarmalarını savunuyordu.
   Atatürk, birleştirici bir tarih anlayışına sahipti. İnsanın kendi tarihini bilmesi, çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkabilmek için zorunludur. Çünkü tarih bilinci, milli birliği oluşturur. Atatürk, Türk tarihi ile övünmesinin yanı sıra sebepsiz yapılan savaşların bir cinayet olduğunu kabul ederdi. Bu da insan sevgisini gösterir. Yani kendi tarihimizle övünürken başka uluslara düşmanlık beslemeyi de reddediyordu.
   Atatürk, milli birlik ve beraberliği sağlayan unsurlardan biri olan dil konusuna da önem vermiş ve Türkçe’nin geliştirilmesi için Türk Dili Tetkik Cemiyeti(Türk Dil Kurumu)’ni kurmuştur.
   Milli kültür, manevi özellikler, yaşayış ve davranış şekilleri ile düşünce birliğinden oluşur. Yani tüm değerlerimizden oluşur. Atatürk’e göre milli kültür mutlaka yükseltilmelidir. Aksi takdirde yok olur. Günümüzde bu daha iyi hissedilmektedir. Zira geri kalan ulusların kültürü, güçlü ulusların kültürüne yenik düşmektedir. Çağdaş kültüre sahip olmak, bilim, sanat ve teknoloji düzeyine kültürünü yükseltmekle mümkündür.
   Güzel sanatlar, uygar olmanın belirtisi ve kültürlü insan yetiştirmede bir eğitim aracıdır. Güzel sanatlardan Atatürkçülüğün amacı, insanlar arasında sevgiyi geliştirmesi, gelecek kuşaklar için çalışılması ve kalıcı eserler verilmesidir. Sanatçı bunu başardığı oranda ulusuna ve insanlığa hizmette bulunmuş olur. Zira sanatkar, insanlığın ortak değeridir.
   Gerçek anlamda halkı için çalışan sanatçıya Atatürk büyük önem vermiştir. Bunu da “Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz; hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz, fakat sanatkar olamazsınız.” Sözüyle ifade etmiştir.
 
 
Toplumsal alanda yapılan başlıca inkılaplar ve düzenlemeler:
 
  1-Din kurumlarının düzenlenmesi: Tarikat, Tanrı’ya ulaşmak için izlenen yollardan her birine denir. Tarikat mensuplarının toplandıkları yere tekke, küçüğüne de zaviye denir.
   Zamanla bu tarikatların gerçek amacından uzaklaşıp cumhuriyete karşı faaliyetlere başlayınca tekke ve zaviyeler ile türbeler çıkarılan bir kanunla kapatıldı(1925).
 
 2-Kıyafette değişiklik: Atatürk yaptığı inkılaplarla yarattığı yeni insanın dış görünüşü ile de uygar insanlar sınıfına katılmasını istedi. Bu amaçla kılık ve kıyafette de düzenleme yapılarak bugünkü kıyafet anlayışını getirdi ve şapka kanunu çıkarıldı. Dini kıyafetlerin giyimi de sadece ibadet yerleri ile sınırlandırıldı.
 
   3-Takvim, saat ve ölçülerde değişiklik: Cumhuriyetten önce Hicri ve Rumi takvimler kullanılıyordu. Ancak bu farklılık , devlet işlerinin yürütülmesi ve diğer devletleriyle olan ilişkilerde zorluklar çıkarıyordu. Bu yüzden Miladi Takvim getirildi.(1926).
   Saat durumu ise önceleri Güneş’in doğuşuna göre yapıldığından ülkede zamanlamada birlik sağlanamıyordu. Bu karmaşayı önlemek için milletler arası saat sistemi kabul edildi.
   Ölçü alanında da değişiklikler yapıldı. Önceleri kullanılan arşın, endaze, okka gibi birim ölçüleri yerine metre, kilo ve litre gibi bugünkü ölçüler getirildi. Böylece ticari alana bir düzen ve buna bağlı bir canlılık getirildi(1931).
 
4-Soyadı Kanunu: Osmanlı devletinde insanların soyadı olmayıp genellikle isimlerinin yanında lakap, baba adı, ayrıcalık ifade eden bazı unvanlarla anılırdı. Ancak bu, nüfus, askerlik, tapu, okul, adalet, ticaret gibi işlerde karışıklıklar çıkarıyordu .
   Bu karışıklığın önüne geçmek için 1934 yılında Soyadı Kanunu çıkarıldı. Bu kanunla, aile gülünç, ahlaka aykırı olmama ve Türkçe olma şartı ile istediği soyadını alabilecekti.
 
 5-Kadının Sosyal ve Siyasal Hakları: İlk Türk devletlerinde kadının yeri önemliydi. Erkek ile eşit ve toplumda söz sahibiydi.
   İslamiyet ile beraber Arap kültürü etkili olunca Osmanlılarda kadının yeri gerilemeye başladı. Erkek egemenliği altına alındı. Haklarını kaybetti.
   Cumhuriyetle beraber kadın-erkek eşitliğini yeniden sağlamak için bir takım düzenlemeler yapıldı. Cumhuriyetle beraber kadının elde ettiği bazı haklar şunlardır: Seçme-seçilme, miras, boşanma, okuma ve meslek sahibi olma gibi...Sağlık alanında da önemli adımlar atıldı.
 
EKONOMİK ALANDA GELİŞMELER :
Ekonomi: İnsanların üretim, pazarlama ve tüketim alanında yaptıkları etkinliklerin tümüdür.
   Osmanlı ekonomisi, 1750’lerden itibaren çöküşe geçmiştir. Başlıca sebepleri ise kapitülasyonlar, sanayinin gelişmemesi, sürekli savaşlar, tarımın bozulması ve dış borçlar idi.
   Cumhuriyet döneminde ekonominin düzeltilmesi, askeri zafer kadar önemliydi. Çünkü Atatürk’ün belirttiği gibi, siyasi bağımsızlık, ekonomik bağımsızlıkla tamamlanması gerekir.
  
Yeni Türk Devleti’nin ekonomi politikası İzmir İktisat Kongresi’nde belirlenmiştir:
  •   Öncelikle milli kaynaklardan yararlanılacaktır,  
  •    Üretici korunacaktır,
  •    Sanayi ve ihracat geliştirilecektir,  
  •   Özel girişimciler desteklenecektir,
  •    Çiftçilerin desteklenmesi için bankacılık geliştirilecektir.
  
Tarım alanında yapılan başlıca etkinlikler:
  •  Köylüyü rahatlatmak için “aşar” vergisi kaldırıldı,  
  •  Ziraat Bankası aracılığı ile çiftçilere kredi sağlandı, 
  •  Kooperatifçilik geliştirildi,  
  •  Tarımda makineleşmeye önem verildi,
  •  Verimi arttırmak için tohum ıslahı ve çiftçinin eğitilmesine önem verilmiştir.
   Ticaret alanında yapılan etkinlikler:
Cumhuriyet öncesi ticaret azınlıkların elindeydi. Türk milletini ticarette etkin kılmak için:
  • 1-Bankacılığa önem verilerek ilk özel banka olan İş Bankası kuruldu,
  • 2-Tüccarlara kredi sağlandı, 
  • 3-Türk limanları arasında yolcu ve yük taşıma hakkı(Kabotaj hakkı) Türk denizcilerine verildi.
 
   Sanayi alanında yapılan etkinlikler:
  •   Devlet sanayi kuruluşlarını kurarken özel girişimciler de desteklendi,
  •   1933 yılında “devletçilik” ilkesi uygulanarak girişimcilerin yapamadığı yatırımlar yapıldı,
  •   1939’da Karabük demir-çelik fabrikası kuruldu,
  •   Madencilik faaliyetleri için MTA Enstitüsü kuruldu.
 
Bayındırlık alanında : özellikle ulaşıma önem verilerek demir ve kara yolları geliştirildi. Liman ve hava alanları yapılıp hizmete sokuldu. Şehirlerin modernleştirilmesi için çalışıldı.
 
BEŞİNCİ BÖLÜM
TÜRK ORDUSU VE MİLLİ SAVUNMA
 
 
Türk Ordusu ve Milli Savunma
 
Türk devletlerinin kuruluş ve yıkılışlarında ordu genellikle birinci derecede rol oynamıştır.
   Türk ordusu gerektiğinde milletle bir bütün oluşturmuştur. Bunu en iyi örneği de Kurtuluş Savaşı’nda verilmiştir. Türk ordusunun temeli, disiplin, cesaret ve vatan sevgisine dayanır.
   Bugün TSK, dört ana bölümden oluşur:
  1.   Kara Kuvvetleri Komutanlığı,
  2.   Hava Kuvvetleri Komutanlığı,
  3.   Deniz Kuvvetleri Komutanlığı,
  4.   Jandarma Genel Komutanlığı.
   Türk ordusunun görevi, anayasada belirtildiği gibi, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni iç ve dış tehlikelere karşı korumak ve kollamaktır”. Ayrıca gerektiğinde doğal felaketlerde de halka yardım eder.
   Milli savunma, Milli Savunma Bakanlığı’nca yürütülmektedir. Ordunun, beslenme, barınma, silah, araç-gereç ihtiyacının giderilmesi ve askerlik işleri bu bakanlığın görevidir. Ordunun savaşa hazırlanması ise genel Kurmay Başkanlığı’nca yürütülür.
 
ALTINCI BÖLÜM
TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN DIŞ SİYASETİ
1. Nüfus Mübadelesi.
2. Yabancı Okullar Sorunu.
3. Irak Sınırı ve Musul Sorunu.
4. Milletler Cemiyeti ve Milletler Cemiyetine Girişimiz.
5. Balkan Antantı.
6. Montrö Sözleşmesi.
7. Sadabat Paktı.
8. Hatay Sorunu ve Sonucu.
 
Milli dış politikamız: Atatürkçü düşünce sisteminin esasları doğrultusunda barışçı bir yönde oluşturulur.
 
Milli dış politikamızın dayandığı başlıca esaslar:
  •  Öncelikle milli gücümüze dayanmak ve bağımsızlığımızı üstün tutmak,
  •  Milli sınırlar içinde kalmak,
  • Gerçekçi ve barışçı olmak,
  • Uluslar arası ilişkilerde eşitliğe dayanan ilişkiler kurmak,
  • Milli politikayı yürütürken iç teşkilatı dikkate almak,
  • Başka devletlerin politika ve yönetim sistemlerinden etkilenmemek,
  • Bilim ve teknolojiyi rehber kabul etmek.
   Atatürk dış ilişkilerde özellikle bağımsızlığımızın zedelenmemesine dikkat edilmesini istemiştir. Çünkü Atatürk’e göre bağımsız olmayan devlet gerçekte devlet değildir. Atatürk’ün önem verdiği ikinci ilke de ilişkilerin mutlaka barışçı yoldan sürdürülmesi olmuştur. Bunu da “ Yurtta barış dünyada barış” ilkesiyle açıklamıştır.
 
 Musul Sorunu ve Sonucu:
   Musul sorunu Lozan Anlaşması’nda çözülememişti. Daha sonra İngiltere ile yapılacak görüşmelerde çözülmesi kararlaştırılmıştı.
   1924’te başlayan görüşmelerde İngiltere, Musul’un Irak’a ait olduğunu belirtiyordu. Gerçekte amacı, Irak’ın kendi sömürgesi olduğundan buradaki petrol yataklarına sahip olmaktı. Hatta Musul’un yanı sıra Hakkari’nin de Irak’a katılması gerektiğini belirtiyordu.
   İlk başta görüşmelerden sonuç alınamamış ve sorun, İngiltere tarafından Milletler Cemiyeti’ne götürülmüştür.
   Bu arada İngilizler, Türkiye’yi iç işlerinde uğraştırmak için ortaya çıkan Şeyh Sait Ayaklanması’nı desteklemiştir.
   Türkiye, Milletler Cemiyeti ve Lahey Adalet Divanı kararlarını reddetmiştir. İkinci defa İngiltere-Türkiye arasında görüşmeler başlamış ve sonuçta 5 Haziran 1926’da varılan anlaşmaya göre, bugünkü sınırımız çizilmiştir. Musul Irak’a bırakıldı. Ancak Irak elde ettiği petrolün %10’luk bölümünü 25 yıl süre ile Türkiye’ye verecekti.
 
  Montrö Boğazlar Sözleşmesi :
 Lozan Anlaşması ile Boğazların her iki yakası askersiz bırakılıyor ve yönetim uluslar arası bir komisyon tarafından sağlanıyordu. Türkiye bu şartları devletlerin silahsızlanmaya gitmesi şartıyla kabul etmişti. Ancak devletlerin 1933’ten sonra hızla bir silahlanma yarışına girmesi, Almanya’nın Ren bölgesine girmesi, Japonya’nın Mançurya ve İtalya’nın Habeşistan’a saldırması Türkiye’yi de kendi güvenliği açısından Boğazlar konusunda harekete geçirdi.
   Lozan Anlaşmasını imzalayan ülkelere bir nota gönderen Türkiye, İsviçre’nin Montrö kentinde bir konferansın toplanmasını sağladı. Burada imzalanan sözleşmeye göre;
1.        Boğazlar Komisyonu kaldırılıp görevleri Türkiye’ye verildi,
2.        Boğazları her iki yakasında Türkiye asker bulundurabilecekti,
3.        Ticaret gemileri Boğazlardan geçebilecektir,
4.        Savaş gemilerinin geçişi için bazı sınırlamalar getirildi,
5.        Türkiye, savaş durumunda, savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi konusunda serbesttir.
  
 Balkan Antantı
I.Dünya Savaşı’ndan sonra dünya barışının sağlanamaması, ülkelerin 1933’ten sonra silahlanmaya gitmesi, Almanya’nın Balkanları hedefleyen politikaları, Türkiye ve Yunanistan’ı telaşlandırmış ve bunlara Yugoslavya ve Romanya’nın da katılması ile dört ülke arasında Balkan Antantı imzalanmıştır. Amaç, sınırları güvence altına almak ve tehlikeleri önlemektir. Ayrıca ekonomik alanda da işbirliği sağlanacaktı.
  
Sadabat Paktı
1935 yılında İtalya’nın Habeşistan’a saldırması, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’yu tehlikeye düşürmüştü. Bu yüzden Türkiye, İran, Irak ve Afganistan bir araya gelerek birbirlerinin güvenliklerini sağlayıcı işbirliği gidip aralarında Sadabat Paktı’nı imzaladılar.
 
Hatay Sorunu ve Sonucu:
20 Ekim 1920’de, Fransa ile imzalanan Ankara anlaşması ile Türkiye-Suriye sınırı çizilmiş ve Hatay Fransa’nın mandası altında kalmıştı. Burada yaşayan Türklere hakları verilmişti. Ancak Fransa’nın buradaki mandasını kaldırması üzerine Hatay yeniden gündeme getirilmiştir. Konu Milletler Cemiyeti’ne götürülmüş ve Türkiye-Fransa arasında görüşmeler başlamıştı(1936). Sonunda 2 Eylül 1938’de bağımsız bir Hatay Devleti kuruldu. Ancak bu durum uzun sürmemiş ve Hatay meclisinin aldığı bir kararla Hatay ülkemize katıldı(1939).
   Hatay’ın ülkemize katılmasında Atatürk’ün üstün çabası etkili olmuştur. Barış yoluyla kazanılmış siyasi bir başarıdır.
   Jeopolitik: Bir devletin ekonomik, coğrafi, siyasal ve stratejik özelliklerinin dış politikayı etkilemesidir.
 
Türkiye, sahip olduğu coğrafi konum, uluslar arası politikaları etkileyen özelliklere sahiptir. Bunların başlıcaları:
  •  Türkiye’nin Asya, Avrupa ve Afrika’yı birleştiren stratejik bir konumda olması,
  •  Boğazlar sayesinde deniz ticaret yollarına hakim olması,
  •  Batı ile Orta Doğu arasında bir köprü durumunda olması,
  •  Bir dünya savaşı ihtimalinde çok önemli bir coğrafi konumda olması,
  •  Zengin eski uygarlıkların mirasına sahip olmasıdır.
 
 Türkiye’nin bu önemi, güçlenmemizi istemeyen bazı devletleri, aleyhimizdeki bazı faaliyetleri desteklemekte ve gelişmemizi engellemeye çalışmaktadırlar. Bu amaçla iç ve dış tehdit unsurlarını desteklemektedirler. Özellikle terörizm faaliyetlerini destekleyerek hem Türkiye’yi içten çökertmeye çalışmakta hem de kendilerine silah pazarı yaratmaktadırlar. Bu şekilde davranan devletler terörizmin yayılmasına en büyük katkıyı yapmış olmaktadırlar. Bunun yanı sıra bazı devletler geçmişte yaşanan bazı olayları günümüzde gerçek dışı bir durumda ortaya çıkarmakta ve uluslar arası ilişkilerimizi bozarak bizi zor durumda bozmaya çalışmaktadırlar. Ermeni soykırımı iddiası bu amaçla kullanılmaktadır.
    Bütün bu tehditlerin önüne geçmek ve sahip olduğumuz stratejik avantajları korumak, toplum olarak birlik olmamız ve her alanda güçlenme çalışmaları yapmamızla mümkündür.
  
   YEDİNCİ BÖLÜM
ATATÜRKÇÜLÜK - TÜRK İNKILABININ DAYANDIĞI İLKELER VE TÜRK İNKILABININ NİTELİKLERİ
A) Temel İlkeler:
1. Cumhuriyetçilik.
2. Milliyetçilik.
3. Halkçılık.
4. Laiklik.
5. Devletçilik.
6. İnkılapçılık.
7. Bütünleyici İlkeleri
8. Milli Egemenlik
2. Milli Birlik ve Beraberlik, Ülkü Bütünlüğü
3. Özgürlük ve Bağımsızlık
4. Yurtta Barış, Cihanda Barış.
5. Bilimsellik ve Akılcılık.
6. Çağdaşçılık ve Batılaşma.
7. İnsan ve İnsanlık Sevgisi.
 
 Türk İnkılabının Nitelikleri :
Atatürkçülük: Atatürk’ün, devlet, fikir, ekonomik hayat ve devlet kurumlarını ilgilendiren görüş ve ilkelerinin bütünündür.
   Atatürkçülüğün Oluşmasına neden olan başlıca etkenler:
  •   Osmanlı Devleti’nin yönetim şeklinin(Mutlakıyet) günün şartlarına uymaması,
  •   Fransız İhtilali’nin etkisi ile ülkenin dağılışının gittikçe hızlanması,
  •   Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki bilimsel ve teknolojik gelişmeleri izleyememesi,
  •   I.Dünya Savaşı sonunda vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının tehlikeye düşmesi,
  •   Osmanlı padişah ve hükümetlerinin olaylar karşısında çözüm üretememeleri.
 
 Atatürkçülüğün başlıca amaçları:
  •    Tam bağımsızlık,
  •    Toplum refahını sağlama,
  •    Millet egemenliğini sağlama,
  •    Akıl ve bilimi rehber kılma,
  •    Türk milletini çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma.
 
 
 Atatürkçülüğün Nitelikleri:
  •   Milletin ihtiyaçlarından kaynaklanmış olması,
  •   Hayalci olmaması,
  •   Bir bütün olarak Atatürk ilklerine dayanması,
  •   Akıl ve bilimi rehber kabul etmesi,
  •   Düşünce ve vicdan hürriyetine saygılıdır,
  •   Milli birlik ve bütünlüğe önem vermesi,
  •   Barışçı olması.
 
 Atatürkçü Düşüncede Özellik Taşıyan Önemli Yaklaşımlar:
  •   Atatürkçü düşünce, kişinin hak ve hürriyetlerini koruyucu bir anlayışa sahiptir,
  •   Uluslar arası düzeyde kabul edilen tüm hak ve özgürlükler, Atatürkçü düşüncede yer alır,
  •   Atatürkçü düşünce hürriyeti her ilerlemenin anası kabul eder,
  •   Atatürkçü düşünce, devleti kişinin hak ve hürriyetlerinin korunmasından sorumlu tutar,
  •   Kişi hak ve hürriyetlerine karşı kişi vatandaşlık ödevleriyle yükümlü olur.
  
Atatürk İlkeleri:
 Atatürk’ün inkılaplarını gerçekleştirirken uyguladığı yöntemlerin dayandığı esasların sistemidir.
   Atatürk İlkelerinin Amaçları:
  •         Türk toplumunu aklın ve bilimin rehberliğinde uygarlık düzeyine çıkarmak
  •         Türk toplumuna mutlu bir yaşam sağlama,
  •         Bağımsız ve güçlü bir Türkiye yaratmak şeklinde özetlenebilir.
 
Atatürk İlkelerinin Ortak Özellikleri:
  • Sorunları akıl ve bilimin kurallarına göre çözmeyi öngörür,
  • Kişinin hak ve özgürlüklerini korur,
  • Demokratik kurallara uymayı esas alır,
  • Başkasına özenerek veya taklit ederek belirlenmemiş, toplumun ihtiyaçlarından doğdu,
  • Atatürk ilkleri bir bütün olarak değerlendirilir, birbirini tamamlayıcıdır.
 
   Atatürk İlke ve İnkılaplarının Dayandığı Esaslar:
  •         Vatan ve millet sevgisi,
  •         Milli egemenlik,
  •         Bağımsız ve özgür düşünce,
  •         Milli birlik,
  •         Ülkenin bölünmezliği,
  •        Türk toplumuna inanma ve güvenme.
 
 Atatürk İlkeleri:
   a)Cumhuriyetçilik:
  • Egemenliğin sahibinin millet olduğu bir yönetimdir,
  • Temsili demokrasiyi esas alan bir yönetimdir,
  • Milletin seçtiği temsilcilerden oluşan TBMM son söz yetkisine sahiptir,
  • Millet temsilcilerini değiştirebilir,
  • Atatürk, Gençliğe Hitabesinde cumhuriyetin korumalığını Türk gençliğine vermiştir.
 
   b)Milliyetçilik:
  • Milleti sevmek ve milli çıkarları her şeyden üstün tutmayı öngörür,
  • Vatandaşlar arasında hiçbir ayrım yapmaz, birlik ve beraberliğe dayanır,
  • Vatanın bütünlüğünü ve bağımsızlığını esas alır,
  • Tüm vatandaşları Türk olarak kabul eder,
  • Irkçılığı reddeder.
  
c)Halkçılık:
  • Türkiye vatandaşı olan herkesi kanun önünde eşit sayar,
  • Halkın devlet yönetimine eşit katılımını sağlar,
  • Siyaset ve yöneticilerin halk için çalışmasını öngörür,
  • Halkı bir bütün kabul ettiği için sınıf ayırımını reddeder.
 
 
 d)Devletçilik:
  • Atatürk’ün ekonomik görüşlerini ifade eder
  •  Ekonomik kalkınmada özel teşebbüsün yanı sıra devletin de yatırımları yapmasını öngören karma sistemi esas alır.
  • Sosyal güvenliğin sağlanmasını devletin görevi olarak görür.
 
 e)Laiklik:
  •   Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını ön görür,
  •  Din ve vicdan özgürlüğünü sağlar,
  • Dini inançları kullanarak halkın sömürülmesinin önüne geçer,
  •  Devlet yönetiminde aklın hakim olmasını ister,
  •  Dinde de serbest düşüncenin ve araştırmanın önünü açar,
  •  Toplumun inancında hoşgörünün hakim olmasını sağlar,
  •  Dinin gerekleri için hizmet edilmesini de sağlar,
 
  f)İnkılapçılık:
  • Yeniliği esas alır,
  •  Sürekli yeniliklere açık olmayı ister,
  • Yeniliklerle toplumun ihtiyaçlarının karşılanmasını amaçlar,
 
     Atatürk ilkelerine sahip çıkarak devamlılığını sağlamak bizim temel görevimizdir.
Çünkü;
  • Türkiye Cumhuriyeti’nin devamının garantisidir,
  •  Hak ve özgürlüklerimizin sağlayıcısıdır,
  •  Millet egemenliğini sağlarlar,
  •  Kalkınmamız için gerekli bilimsel programın sağlayıcısıdır,
  •  Milli birlik ve beraberliğimizi sağlarlar,
   Bu ilkelerin devamını sağlamak için onların anlamını bilmek yeterli değildir. Bu anlamı yaşamamız gerekir. Ayrıca bunları gelecek nesillere aktararak sonsuz kılmalıyız.
 
 1919-1938 yılları arasında verilen mücadele ile bağımsızlığımız, milli egemenliğimiz, cumhuriyetimiz ve demokrasimiz sağlandı. Bu mücadele Atatürk ilkeleri doğrultusunda yapılmış ve başarılmıştır. O halde Atatürk ilkeleri bizim varlığımız kadar önemlidir. Çünkü varlığımız bu sayede sağlanmıştır.
   Hedefimizi ve hedefimizin gerçekleştirilmesi yolunu bize Atatürk ilkeleri göstermektedir. Bu ilkeler doğrultusunda, gelişmişliğimizi daha da ileriye götürmeliyiz.
  
  
SEKİZİNCİ BÖLÜM
ATATÜRK'ÜN ÖLÜMÜ VE İSMET İNÖNÜ'NÜN CUMHURBAŞKANI SEÇİLMESİ
1. Atatürk'ün Ölümü.
2. İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanı Seçilmesi.
3. İsmet İnönü'nün Keşiliği ve Devlet Adamlığı.
   Atatürk ölünce, 11 Kasım 1938 tarihinde toplanan TBMM, Atatürk’ün en yakın silah ve fikir arkadaşlarından olan İsmet İnönü’yü Türkiye’nin 2. cumhurbaşkanı seçti.
   İnönü, Atatürk’ün yolunda memleket ve milletine 1950 yılına kadar cumhurbaşkanı olarak hizmet etmiştir.
   I.Dünya Savaşı’nın ardından yapılan barış anlaşmaları kalıcı bir barış getirmedi. Aksine yenilenlere çok ağır anlaşmalar imzalatıldığından yeni bir savaşın tohumlarını ekti. Nitekim Almanya’da Hitler, İtalya’da ise Mussolini, iktidara gelince ırkçı bir politika izlemiş kısa sürede silahlanmaya başladılar. Bu ise yeni bir savaşın belirtileriydi.
   Atatürk, Hitler’in ve Mussolini’nin politikalarını değerlendirirken yakında bir savaşın olacağını önceden görüyordu. Bu da Atatürk’ün ileri görüşlülüğünü gösterir.
 
DOKUZUNCU BÖLÜM
II. DÜNYA SAVAŞI VE SONRASI
A) II. Dünya Savaşı :
1. Savaş Öncesi Devre ve Üçlü Paktı.
2. II. Dünya Savaşıın Nedenleri.
3. Savaşın Gelişimi ve Sonuçları.
4. II: Dünya Savaşında Türkiye'nin Tutumu.
(Kahire ve Adana görüşmeleri üzerinde durulması)
B) II. Dünya Savaşından Sonra Türkiye'nin İç ve Dış Siyaseti:
1. Birleşmiş Milletler ve Türkiye'nin Üye Olması.
2. Çok Partili Döneme Geçiş.
3. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi.
4. Kore Savaşı.
5. Kuzey Atlantik Paktı.
  II.DÜNYA SAVAŞI
II.Dünya Savaşı’nın Sebepleri:
1.        I.Dünya Savaşı’nın ardından imzalanan anlaşmalar Avrupa’nın dengesini bozmuştu,
2.        Almanya, yeni sömürgeler elde etmek bir yana kendi topraklarını bile kaybetmişti,
3.        İtalya, I.Dünya Savaşı’ndan galip çıkmasına rağmen ağır bir ekonomik sıkıntısı vardı,
4.        Japonya Uzakdoğu’da bir imparatorluk kurmak istiyordu,
   Aynı politikayı izleyen Almanya ve İtalya, Mihver Devletler Grubu’nu kurdu. Daha sonra bunlara Japonya da katılacaktır.
   Bir süre sonra Almanya ve İtalya, önceki anlaşmaları tanımadılar. İtalya Habeşistan’a; Almanya da Ren bölgesine saldırıp Avusturya’yı ve Çekoslavakya’yı da işgal etti.  
   Fransa ve İngiltere, kendi ekonomik sorunlarıyla uğraştığı için ilk başta bu işgallere ses çıkarmadılar. Ancak Almanya, Polonya’yı Sovyet Rusya ile bölüşünce daha önceden Polonya’ya güvence veren Fransa ve İngiltere Almanya’ya savaş ilan etti.(1 Eylül 1939).
   Kısa sürede savaş yayılacaktır. İtalya, Japonya, Bulgaristan, Macaristan ve Romanya Almanya’nın yanında savaşa katılacaktır.
   Almanya, Fransa’nın Paris kentinin yanı sıra Norveç, Danimarka, Belçika, Lüksemburg’u işgal edip İtalya ile beraber Yunanistan ve Afrika’da Mısır’a kadar ilerlediler.
   ABD, 1941’de Japonya’ya savaş ilan edince Almanya ve İtalya da ABD’ye savaş ilan ettiler. Savaş 1945 yılının ortalarına kadar devam etti. Savaşın çok uzaması ve geniş bir alana yayılması nedeniyle zayıflayan Almanya ve taraftarları yenilerek teslim oldular. Japonya bir süre daha savaşı sürdürmesi üzerine ABD, iki atom bombasını Hiroşima ve Nagazaki kentlerine attı. İki şehir yok olup yüz binlerce insan öldü.Japonya teslim olmak zorunda kaldı.
Geri Git

RUSYA TARİHI

1917  RUS  BOLŞEVİK  DEVRİMİ
Birinci Dünya Savaşı, Rusya’da büyük kayıplara, ekonomik sıkıntılara ve genel hoşnutsuzluğa yol açmıştı. Çar hükümetinin, siyasi ve ekonomik krizin üstesinden  gelmesi  mümkün  değildi.  Bu  durum  1917’de  önce  Şubat Devrimi’ne, sonra da Ekim Devrimi’ne yol açtı.

27  şubatta  ayaklanan  Petersburg  işçilerine  askerler  de  destek  verdi. 2 Martta II. Nikolay tahtı kardeşi Mihail’e bıraktı. Ancak ertesi gün Mihail de iktidardan vazgeçti. Böylece Romanov Hanedanlığı’nın 1613’te başlayan egemenliği ile birlikte monarşik düzen de tarihe karışıyordu.

Kerenski’nin başkanlığında gecici hükümet kuruldu. Ancak muhalefeti sürdüren Lenin 1917 Ekiminde silahlı ayaklanma ile iktidarı ele geçirme kararı  aldı.  Eski  Rus  takvimiyle  24  Aralığı  25’ine  (bugünkü  takvimle 7 Kasıma) bağlayan gece, geçici hükümetin merkezi olan Petersburg’daki Kışlık Saray düştü. Böylece Bolşevikler iktidara gelmiş oldu. Sonra başlayan iç savaş 1920’de Bolşeviklerin kesin zaferiyle sonuçlandı. Rusya ve dünya tarihinde yeni bir sayfa açıldı.

VLADİMİR  İLYİÇ LENİN


Lenin önderliğinde gerçekleştirilen sosyalist devrim sonucu XX. yy’ın büyük bölümünün iki “süper” devletinden biri olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) doğdu.

1924’te Lenin’in ölmesiyle iktidara Stalin geldi.

JOSEF STALİN


1941-1945’te  Sovyetler  Birliği,  kendisine  saldıran  Hitler Almanyası’yla  savaşmak  zorunda  kaldı.  22  Haziran  1941’de  SSCB’ye saldıran Almanya, düşmanının savaşa hazır olmamasından da yararlanarak birkaç ayda Moskova ve Leningrad sınırlarına kadar dayandı. Yıl sonunda Moskova’nın çevresindeki kuşatma kırıldı. Leningrad ise Alman istilacılara karşı 900 gün kahramanca direndi. 1942’nin son aylarında Stalingrad (şimdiki Volgograd) direnişinin Kızıl Ordu güçleri tarafından kazanılması savaşın seyrini değiştirdi. 1 Mayıs 1945’te Berlin, SSCB birliklerinin eline geçti. 9 Mayısta Prag yakınlarındaki son Alman güçlerinin de yenilgiye uğratılması  Sovyetler  Birliği  için  savaşın  sonu  anlamına  geldi  (9  Mayıs Rusya’da Zafer Bayramı olarak kutlanır). Savaşta tahminen 20-27 milyon Sovyet insanının öldüğü, ülkenin ulusal zenginliğinin yaklaşık üçte birinin kaybedildiği söylenir.

Savaş sonrası yaraların sarılması kolay olmadı. Bu arada SSCB ile Batılı ülkeler arasında “Soğuk savaş” başladı. İç ve dış her türlü koşuldan kendi iktidarını güçlendirmek için yararlanan Stalin’e karşı ülke içinde duyulan tepkiler giderek artıyor, ancak kimse sesini yükseltmeye cesaret edemiyordu. Stalin’in 1953’te ölmesinden sonra bile bu duyguların dile getirilmesi kolay olmadı.

NİKİTA KRUŞÇEV

Nikita Hruşçev’in başta kaldığı 1953-1964 yıllarında ülkede bazı reformlar yapıldı. 1964’te Parti Merkez Komitesi’nde gerçekleştirilen darbenin en önemli ismi Leonid Brejnev’di. Onun  başta  olduğu  18  yıl  içinde SSCB’deki istikrar ortamını pek çokları daha sonradan “durgunluk dönemi” olarak niteleyeceklerdi.

LEONİD BREJNEV

Perestroyka ve SSCB’nin sonu
1982’de yaşlı liderin ölümü sonucu başa gelen Yuriy Andropov KGB’nin eski şefi Andropov, dış  politikayı  değiştirmese  de  içerde  sosyalizmi  yeniden  güçlendirmek, ekonomiyi canlandırmak, yolsuzluklarla mücadele etmek için bir dizi adım attı. Ancak yeterli sonucu alacak zamanı yoktu. 1,5 yıl içinde o da öldü ve başa bir başka ihtiyar lider Konstantin Çernenko geldi. Hiçbir alanda köklü bir değişiklik yapamayan silik bir yönetici olarak akıllarda kalan Çernenko’nun 1985 Martından ölmesi sonucu, Kremlin’deki koltuğa 54 yaşında, dinamik, güler yüzlü bir lider oturdu: Mihail Gorbaçov. Gorbaçov “perestroyka”  (yeniden  yapılanma)  ve “glasnost” (açıklık) politikalarını yürürlüğe koydu.

MİHAİL GORBAÇOV


1991 Ağustosundaki darbe Gorbaçov’u iktidardan uzaklaştırdı. Darbe birkaç  gün  içinde  Yeltsin  önderliğindeki  reformcu  güçler  tarafından bastırılmıştı, ancak Gorbaçov’un artık eski iktidarına kavuşması mümkün değildi. Sovyetler Birliği Komünist Partisi yasaklandı. Kremlin Sarayı’nda artık Sovyet değil Rusya bayrağı dalgalanmaya başladı. 8 Aralık 1991’de Rusya, Ukrayna ve Belarus liderleri Yeltsin, Kravçuk ve Şuşkeviç SSCB’yi geçersiz ilan edip Bağımsız Devletler Topluluğu’nu (BDT) kurunca merkezi devlet işlevini tümüyle kaybetti. İki gün sonra 8 eski Sovyet cumhuriyeti daha onlara katıldığını bildirdi. 25 Aralıkta Gorbaçov istifa konuşması yapmak zorunda kaldı ve SSCB kesin olarak dağıldı. Dönemin ABD Başkanı George Bush Yeltsin’i SSCB’nin yıkılışından, Amerikalıları da Soğuk Savaş’ı kazandıklarından dolayı kutladı.
Parçalanma öncesi 290 milyon nüfusa sahip olan SSCB 15 cumhuriyetten oluşuyordu. (Rusya, Ukrayna, Belarus, Moldova, Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan, Kazakistan,  Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan, Litvanya, Letonya, Estonya.) “Baltık devletleri” olarak da anılan son üçü SSCB dağılmadan önce bağımsızlıklarını ilan etmişerdi. Öteki 12 ülke Bağımsız Devletler Topluluğu’nu (BDT) oluşturdular.

Yeltsin'li yıllar
BORİS YELTSİN
Yeni lider Yeltsin Ocak 1992’den itibaren ekonominin liberalleştirilmesi ve özelleştirme politikalarını uygulamaya başladı. Bir yıl içinde fiyatlar 26 kat arttı. Halkın bankalardaki birikimi bir anda eridi. 1996’ya doğru bazı mallardaki fiyat artışı binlerce katı buldu. Devlete ait 100 bini aşkın işletme özelleştirildi. Toplumdaki tepkiler iktidara Yeltsin ile parlamento arasında çıkan çelişkiler olarak yansıdı. Rusya  lideri  1993  sonbaharında  parlamentoyu lağvetme kararı aldı. Milletvekillerinin Devlet Başkanı Yardımcısı Aleksandr Rutskoy ve Parlamento Başkanı Ruslan Hasbulatov’un önderliğinde direnmesi  sonucu  4  Ekimde  dönemin  parlamento  binası  olan  Beyaz  Ev Yeltsin’in  emriyle  bombalandı.  Ölüler,  yaralılar  ve  tutuklular  arasında Yeltsin zaferini ilan ediyor ve iç savaş kıvılcımları söndürülmeye çalışılıyordu. 12 Aralık 1993’te yapılan referandum sonucunda Yeltsin’e çok geniş yetkiler veren yeni Anayasa ile birlikte Rusya’da başkanlık rejimine geçiliyordu.

1992’de Çeçen-İnguş Cumhuriyeti’nin ikiye ayrılmasına karar verilmişti.  Çeçenistan’daki  sonraki  gelişmeler  Cumhuriyet’in  Rusya Federasyonu’ndan  ayrılma  isteğini  de  beraberinde  getirdi.  1994 Aralığında Rusya birliklerinin Çeçenistan’a sokulmasıyla başlayan savaşta ilk perde 1996’da başkanlık seçimlerinin hemen sonrasında bölgeye barış getirileceği  vaadiyle  imzalanan  Hasavyurt  Anlaşması  ile  kapanmıtı. Anlaşma  Çeçenistan’a  neredeyse  bağımsızlık  sınırında  denilebilecek kadar geniş özerklik tanıyordu.
Bu  arada  ülkede  ekonomik  durum  ciddi  olarak  kötüleşiyordu.  Çernomirdin’in  yerine  başbakanlığa  getirilmiş  olan  Sergey  Kiriyenko  1998 Ağustosunda iflas bayrağını çekti. Hükümet ödemelerini yapamayacağını ve bankalardaki mevduatların dondurulduğunu duyurdu. Rusya iktidarı dünya- da ve ülke içinde ciddi prestij kaybına uğradı.
Eski  haberalma  ve  dışişleri  yöneticisi,  Arap  ülkeleri  uzmanı  Yevgeniy Primakov’un hükümetin başına getirilmesiyle kriz birkaç ayda atlatıldı. Krizin olumlu sonucu olarak yerli üretim güçlendi. Primakov dış politikada “çok kutuplu dünya” tezine uygun adımlar attı. Deneyimli başbakanın giderek güçlenmesi Yeltsin’i rahatsız etti. Hükümetin başına önce Sergey Stepaşin, birkaç ay sonra da Vladimir Putin getirildi.
1999 Ağustosunda Putin’in Başbakanlığa atanmasından kısa süre sonra Kuzey Kafkasya’da gerginlikler arttı. Bir grup silahlı Çeçenin Dağıstan’da işgal eylemine giriştiği, ayrıca Moskova ve başka Rusya kentlerinde apartmanların havaya uçurulduğu koşullarda yeni Başbakanın en ciddi icraatı “terörizme karşı savaş” oldu. Putin’in bu konudaki kararlı ve sert tutumu halk tarafından desteklendi.
31 Aralık 1999’da Yeltsin istifa etti. Böylece Sovyetler Birliği’nin yıkılışı ile başlayan ve bir dizi gerginliğin yaşandığı geçiş dönemi tamamlanıyor, yeni Rusya tarihinde önemli bir dönem kapanıyordu.

Putin dönemi
VLADİMİR PUTİN

Yeltsin’in koltuğunu bıraktığı Leningradlı eski haberalma şefi Vladimir Putin 23 Mart 2000  erken  başkanlık  seçimlerini  kazandı.  Hastalıkları,  siyasi  gerginliği sevmesi ve alkol zaafıyla akıllarda kalan yaşlı Yeltsin’in yerine enerjik, sport- men ve ölçülü üslup izleyen bir lider gelmişti. Öteki siyasi güçler ve liderler arasındaki zayıflık da Putin’in gücüne güç katıyordu. Buna ekonomide iyi giden petrol fiyatlarını da ekleyince Putin’in popülaritesi hızla arttı.


Vladimir Putin’in başa gelir gelmez uyguladığı politikalarda birkaç konu dikkat çekti. Yeni lider, Yeltsin zamanında devletin işlerine karışan büyük sermaye gruplarını sindirdi. Önce Boris Berezovski ve Vladimir Gusinski, daha sonraları ise Mihail Hodorkovski gibi seçkin oligarklarla ilgili soruşturmalar başladı. Bununla birlikte medyada muhalif yayınlar denetim altına alındı, eski NTV yönetiminin tasfiyesi ve TV6’nın kapatılması önemli gelişmelerdendi. Öte yandan federasyonun bölünme tehlikesine karşı verilen mücadeleye öncelik verildi. Yalnızca Çeçenistan değil, öteki “sorunlu” cumhuriyet ve eyaletlerin  güçlü  liderlerinin  yetkileri  azaltıldı,  federal  merkez  yeniden güçlendi.

Putin döneminde ülke ekonomisi istikrar kazandı. Bütçe fazla vermeye başladı. Ruble güçlendi. Merkez Bankası döviz rezervi her yıl rekorlar kırmaya başladı. 1998 Ağustos krizinden 5 yıl kadar sonra rating ajansı Moody’s Rusya’ya birinci yatırım ratingi notu verdi. Yatırımlarla birlikte halkın gelir düzeyi de artarken enflasyon düşürüldü. 
Putin, Yeltsin’den farklı olarak parlamentoyla sıkıntı yaşamadı, 2003 yılı sonunda seçilen yeni parlamentoda ise çoğunluk Putin yanlısı Birleşik Rusya Partisi’nin eline geçti.
Putin  2004  Martında  yapılan  devlet  başkanlığı  seçimlerini  rahatlıkla kazandı.

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Christoph Colomb (1451-1504)

Christoph Colomb (1451-1504)

Resim

Christoph Colomb 1451’de Cenova’da dünyaya geldi. Babası gibi ticaretle uğraşmaya başladı, işi dolayısıyla küçük deniz yolculukları yaptı. Ardından Akdeniz’de küçük çapta keşif amaçlı deniz yolculuklarına başladı. 1476’da İngiltere’ye yerleşmeye kara verdi, deniz yolculuğu sırasında korsan saldırısına uğrayınca gemisi battı, ancak İspanya’nın Lagos kumsalına ulaşmayı başardı. Lisbon’a kardeşinin yanına yerleşti. 1477 ile 1482 arasında İzlanda ve Gine’ye ticari amaçlarla deniz yolculukları yaptı. 1484’te sürekli batıya giderek Hindistan’a ulaşma düşüncesini Portekiz kralı II.Juan’a açtı, ama önerisi finansal sebeplerden dolayı reddedildi. 1485’te İspanya’ya yerleşti. 1486’da planını İspanya Kraliçesi İzabella’ya açtı. Teklif ancak 1492’de İspanya’daki son islam şehri olan Granada’nın alınması ile kabul edilebildi. 17 Nisan 1492’de krallık yolculuğun tüm finansmanını karşılayacağını açıkladı.

Colomb Nina, Pinta ve Santa Maria adlı üç gemi ve 10 kişilik mürettebatıyla 6 Eylül’de Kanarya Adaları’ndan okyanusa açıldı. 63 günlük sıkıntılı yolculuktan sonra Bahama adalarına vardı. İlk çıktığı adaya “Kutsal Kurtuluş” anlamına gelen San Salvador ismini verdi. Yerlilerle iyi ilişkiler kurduktan sonra yakında anakaranın yer aldığını düşünerek yola devam etti ve 28 Ekim’de Küba’ya ayak bastı. Yerlilerden değiştokuş ile altın aldıktan sonra daha fazla altın bulabilmek için yola devam etti. 5 Aralık’ta Haiti’ye vardı. Noeli kutlamak için karada bulunduğu bir sırada Santa Maria battı. Ardından yerlilerin de yardımı ile La Navidad isimli yeni bir gemi inşaa etti ve 40 kişiyi ve La Navidad’ı bırakıp geri dönmek üzere İspanya’ya yola çıktı. 15 Mart’ta İspanya’ya ulaştı. Büyük heyecanla karşılandı. Kendisine amirallik ve yeni toprakların kral naipliği verildi, ancak gene de ikinci sefer için Ferdinand ve İzabella’yı ikna etmesi zor oldu. Çünkü istenilen oranda altın getirilememişti. Bunun üzerine ikinci sefer koloniler kurmak amacıyla düzenlendi.

17 gemi ve 1000 mürettebatın yanı sıra at, sığır, koyun gibi Amerika’da bulunmayan hayvanlarla yapılan ikinci seferde filo 3 Kasım 1493’te Dominica adasını ve ardından Guadeloupe’yi keşfetti. Ardından 22 Kasım’da Haiti’ye vardı. Colomb Haiti’de bıraktığı 40 adamın öldürüldüğünü ve La Navidad’ın batırıldığını öğrendi. Yerlilerin de pek hoşnut karşılamaması nedeniyle Colomb Haiti’den ayrıldı ve Marco Polo’nun bahsettiği Çin’in doğu kısmına varabilmek için tekrar yola çıktı. 30 Nisan’da Küba’nın güneybatısına vardı. Burdan altın aldıktan sonra 5 Kasım’da Jamaika’yı keşfetti. Ancak yerlilerin düşmanca davranması anakaranın hala bulunamamış olması ekipte huzursuzluk yarattı. Haiti’ye dönüp İzabella adlı koloniyi kurduktan sonra İspanya’ya yola çıktı. Adamlarına İspanya’da Küba’nın ana kıta olduğunu söyleyecekleri konusunda yemin ettirdi ve 8 Haziran 1496’da İspanya’ya vardı.

Colomb’un vaatlerini yerine getirememesi krallığın ona olan güvenini azalttı. Buna karşın 30 Mayıs 1498’de üçüncü sefere çıktı. 31 Temmuz’da Trinidad’a 4 Ağustos’ta anakaraya ulaştı. Karayı sekiz gün kıyıdan takip eden filo 19 Ağustos’ta kolonistlerin yeni kurduğu koloni Santa Domingo’ya vardı. Burada İspanyolların yerli halka kötü davranmasına karşı çıktı ve bunun üzerine İspanya Kralı Ferdinand Bobadilla adlı bir denizciyi Colomb’u geri getirmek üzere görevlendirdi. Colomb 1500’de İspanya’ya getirildi.

1502-1504 yılları arasında yaptığı son sefere Colomb kral desteği almadan dört eski gemi ile çıktı. Orta Amerika’da Honduras’tan Kolombiya’daki Darien Körfezi’ne ulaşan Colomb yerli halkı İspanyol zulmünden korumaya çalıştığı için İspanyolların saldırısına uğradı. Haiti’de ve Küba’da arka arkaya saldırılara uğrayan Colomb Kral Ferdinand tarafından görevinden alındı. Batmak üzere olan gemisiyle koloni bulunmayan Jamaika’ya ulaştı. Burada terkedilen Colomb bir sene kadar burada kaldıktan sonra eski kaptanlarından biri olan Diego Mendez tarafından İspanya’ya götürüldü. Hayatının son yıllarını hasta olarak bir köşede geçiren Colomb hiçbir zaman yeni bir kıta keşfettiğini öğrenemedi. O hep doğu Hindistan’a ulaştığını sanıyordu.

Thomas Alva Edison (1847-1931)

Thomas Alva Edison (1847-1931)

Resim

Yedi yaşındayken ailesiyle birlikte Michigan'daki Port Huron'a yerleşen Edison, ilköğrenimine burada başladıysada yaklaşık üç ay sonra algılamasının yavaşlığı nedeniyle okuldan uzaklaştırıldı. Bundan sonraki üç yıl boyunca özel bir öğretmen tarafından eğitildi. Son derece meraklı ve yaratıcı kişiliğe sahip bir çocuk olan Edison, 10 yaşına geldiğinde kendisini fizik ve kimya kitaplarına verdi.

Bu arada evlerinin kilerinde bir kimya laboratuvarı kurdu. Özellikle kimya deneylerine ve Volta kaplarından elektrik akımı elde etmeye yönelik araştırmalara ilgi duydu; bir süre sonra kendi başına bir telgraf aleti yaptı ve Mors alfabesini öğrendi. O günlerde geçirdiği ağır bir hastalık sonucu kulakları ağır işitmeye başladı.
Oniki yaşına geldiğinde ailesine yardım etmek için Port Huron ile Detroit arasında çalışan trende gazete satmaya başlayan Edison, evlerindeki Laboratuvarını trenin yük vagonuna taşı****, çalışmalarını burada sürdürdü.Bu dönemde Edison, Michael Faraday'ın Experimental Research in Electricity adlı yapıtını okudu ve derinden etkilendi. Bunun üzerine bir yandan Faraday'ın deneylerini tekrarladı bir yandanda kendi deneylerine ağırlık vererek daha düzenli çalışmaya ve notlar tutmaya başladı. 1868'de kendine atölye kurdu. Aynı yıl geliştirdiği elektrikli bir oy kayıt makinasının patentini aldı. Aygıt oldukça ilgi topladı ama kimse tarafından satın alınmadı. tüm parasını yitiren Edison Borç içinde Boston'dan ayrılarak New York'a yerleşti. Edison'un şansı altın borsasının düzenlenmesinde kullanılan telgrafın bozulması üzerine döndü. Borsa yetkililerinin istemi üzerine aygıtı ustaca tamir eden Edison, Western Union Telegraph company'den geliştirilmekte olan telgraflı kayıt aygıtları üzerinde yetkinleştirme çalışması yapma önerisi aldı. Bunun üzerine bir arkadaşı ile birlikte Edison Universal Stock Printer mühendislik şirketini kurdu. Ve sattığı patentlerle kısa sürede önemlice bir servet edindi. Bu parayla New Jersey'deki Newark'ta bir imalathane kurarak telgraf ve telem aygıtları üretmeye başladı. Bir süre sonra imalathanesini kapatarak New Jersey'deki Menlo Park'ta bir araştırma laboratuvarı kurdu ve tüm zamanını yeni buluşlar yapmaya yönelik çalışmalara ayırdı.
1876'da Graham Bell'in geliştirdiği konuşan telgraf üzerinde çalışmaya başladı. Aygıta karbondan bir iletici ekleyerek telefonu yetkinleştirdi. Ses dalgalarının dinamiği üzerine yaptığı bu çalışmalardan yararlanarak 1877'de sesi kaydedip yineleyebilen gramafonu geliştirdi. Geniş yankı uyandıran bu buluşu ününün uluslar arası düzeyde yayılmasına neden oldu.
1878'de William Wallace'in yaptığı 500 mum güçündeki ark lambasından etkilenen Edison, bundan daha güvenli olan ve daha ucuz bir yöntemle çalışan yeni bir elektrik lambasını geliştirme çalışmasına girişti. Bu amaçla açtığı bir kampanyanın yardımıyla önde gelen işadamlarının parasal desteğini sağladı ve Edison Electric Light Company'yi kurdu. Oksijenle yanan elektrik arkı yerine havası boşaltılmış bir ortamda(vakum) ışık yayan ve düşük akımla çalışan bir ampul yapmayı tasarlıyordu. Bu amaçla 13 ay boyunca flaman olarak kullanabileceği bir metal tel yapmaya uğraştı. Sonunda 21 Ekim 1879'da özel yüksek voltajlı elektrik üreteçlerinden elde ettiği akımla çalışan karbon flamanlı elektrik ampulünü halka tanıttı. Üç yıl sonra New York sokakları bu lambalarla aydınlanacaktı.
1887'de Menlo Park'tan New Jersey'deki West Orange'a taşınan Edison burada önceki laboratuvarlarının on katı büyüklüğünde Edison Laboratuvarını açtı. 1890'lara doğru uzun erimli iletime daha uygun olan alternatif akım geliştirildi. Doğru akımın üstünlüğüne inanan Edison, bir kampanya başlatarak kamuoyunu, yüksek gerilimli alternatif akım sistemlerinin son derece tehlikeli olduğu yolunda uyarmaya çalıştı. 1892'de ise Edison General Electric Company'nin denetimini yitirdi.Ve şirketi General Electric Company ile birleşti.
Iki kez evlenen Edison'un altı çocuğu oldu. Yaşamının sonuna değin yeni buluşlar yapmak için uğraş verdi.

Fatih Sultan Mehmet (1432 - 1481)

Fatih Sultan Mehmet (1432 - 1481)



Fatih Sultan Mehmed 29 Mart 1432'de Edirne'de doğdu. Babası Sultan İkinci Murad, annesi Huma Hatun'dur. Fatih Sultan Mehmed, uzun boylu, dolgun yanaklı, kıvrık burunlu, adaleli ve kuvvetli bir padişahtı. Devrinin en büyük ulemalarından birisiydi ve yedi yabancı dil bilirdi. Alim, şair ve sanatkarları sık sık toplar ve onlarla sohbet etmekten çok hoşlanırdı. İlginç ve bilinmedik konular hakkında makaleler yazdırır ve bunları incelerdi. Hocalığını da yapmış olan Akşemseddin, Fatih Sultan Mehmed'in en çok değer verdiği alimlerden biridir. Fatih Sultan Mehmed, gayet soğukkanlı ve cesurdu. Eşsiz bir komutan ve idareciydi. Yapacağı işlerle ilgili olarak en yakınlarına bile hiçbir şey söylemezdi. Fatih Sultan Mehmed okumayı çok severdi. Farsça ve Arapça'ya çevrilmiş olan felsefi eserler okurdu. 1466 yılında Batlamyos Haritasını yeniden tercüme ettirip, haritadaki adları Arap harfleriyle yazdırdı. Bilimsel sorunlarda, hangi din ve mezhebe mensup olursa olsun bilginleri korur onlara eserler yazdırırdı. Bilime büyük önem veren Fatih Sultan Mehmed yabancı ülkelerdeki büyük bilginleri İstanbul'a getirtirdi. Nitekim Astronomi bilgini Ali Kuşçu kendi döneminde İstanbul'a geldi. Ünlü Ressam Bellini'yi de İstanbul'a davet ederek kendi resmini yaptırdı. Şair ve açık görüşlüydü. Fatih Sultan Mehmed 1481 yılına kadar hükümdarlık yaptı ve bizzat 25 sefere katıldı. Azim ve irade sahibiydi. Temkinli ve verdiği kararları kesinlikle uygulayan bir kişiliği vardı. Devlet yönetiminde oldukça sertti. Savaşlarda çok cesur olur, bozgunu önlemek için ileri atılarak askerleri savaşa teşvik ederdi.
20 yaşında Osmanlı padişahı olan Sultan İkinci Mehmed, İstanbul'u fethedip 1100 yıllık Doğu Roma İmparatorluğunu ortadan kaldırarak Fatih ünvanını aldı. Hz.Muhammed'in (S.A.V) hadisi şerifinde müjdelediği İstanbul'un fethini gerçekleştiren büyük komutan olmayı da başaran Fatih Sultan Mehmed, yüksek yeteneği ve dehasıyla dost ve düşmanlarına gücünü kabul ettirmiş bir Türk hükümdarıydı. Orta Çağ'ı kapatıp, Yeniçağ'ı açan Cihan İmparatoru Fatih Sultan Mehmed, Nikris hastalığından dolayı 3 Mayıs 1481 günü Maltepe'de vefat etti ve Fatih Camii'nin yanındaki Fatih Türbesi'ne defnedildi.

İSTANBUL'UN FETHİ
Fatih Sultan Mehmed padişah, olduktan sonra ilk iş olarak, devamlı ayaklanma çıkaran Karamanoğlu Beyliğine karşı sefere çıktı. Karamanoğlu İbrahim Bey af diledi. Fatih İstanbul'un fethini düşündüğü için onu bağışladı. Fatih Sultan Mehmed, büyük gayesini gerçekleştirmek için, Macarlara, Sırplara ve Bizanslılara karşı yumuşak davranıyordu. Amacı Haçlıların birleşmesini önlemek, onları tahrik etmemek ve zaman kazanmaktı. Bin yıllık tarihinin sonuna gelmiş olan Bizans küçüle küçüle sadece İstanbul şehrinin sınırları içinde hüküm süren bir devlet durumuna düşmüştü. Ancak buna rağmen Bizans'ın varlığı, Balkanlardaki Türk hakimiyeti açısından tehlikeli oluyordu. Bizans İmparatorları, Anadolu'daki çeşitli siyasi güçleri de Osmanlı aleyhine kışkırtmaktan geri kalmıyorlardı. Hatta zaman zaman Osmanlı şehzadeleri arasındaki taht kavgalarına karışıp devletin iç düzenini bozuyorlardı. İstanbul'un Osmanlı Devleti'nin hakimiyeti altında girmesi, ticari ve kültürel yönden önemli bir avantajın daha ele geçirilmesi demekti. Boğazlar tam anlamıyla kontrol altına alınacak ve bu sayede, Karadeniz ticaret yolları ele geçirilmiş olacaktı. Karamanoğulları meselesini çözen Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'un fethi için gerekli hazırlıklara başladı. Devrin mühendislerinden Musluhiddin, Saruca Sekban ile Osmanlılara sığınan Macar Urban Edirne'de top dökümü işiyle görevlendirildi. "Şahi" adı verilen bu topların yanında, tekerlekli kuleler ve aşırtma güllelerin üretilmesi (havan topu) yapılan hazırlıklar arasındaydı. Yaptırılan bu büyük toplar İstanbul'un fethedilmesinde önemli rol oynadı. Yıldırım Bayezid'in İstanbul kuşatması sırasında yaptırdığı Anadolu Hisarının karşısına, Rumeli Hisarı (Boğazkesen) inşa edildi. Bu sayede Boğazlar'ın kontrolü sağlanacak, deniz yoluyla gelebilecek yardımlara karşı tedbir alınmış olacaktı. 400 parçadan oluşan bir donanma inşa edildi. Turhan Bey komutasındaki bir Osmanlı donanması Mora'ya gönderildi ve İstanbul'a yardım gelmesi engellendi. Eflak ve Sırbistan ile var olan barış antlaşmaları yenilendi. Macarlarla da üç yıllık bir antlaşma yapıldı. Osmanlıların bu hazırlıkları karşısında, Bizanslılar da boş durmuyordu. Surlar sağlamlaştırılıyor ve şehre yiyecek depolanıyordu. Ayrıca Bizans İmparatoru Konstantin, Haliç'e bir zincir gerdirerek, buradan gelecek tehlikeyi önlemeye çalıştı. Aynı zamanda Haçlı dünyasından yardım isteniyor, Papa ise yapacağı yardım karşısında Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleştirilmesini istiyordu. Ancak Katoliklerden nefret eden Ortodoks Rumlar, Roma kilisesine bağlanmak istemiyor, "İstanbul'da Kardinal Külahı görmektense, Türk sarığı görmeye razıyız" diyorlardı. Fatih Sultan Mehmed, hazırlıklar tamamlandıktan sonra, Bizans İmparatoru Konstantin'e bir elçi göndererek, kan dökülmeden şehrin teslim edilmesini istedi. Fakat İmparatordan gelen savaşa hazırız mesajı üzerine, İstanbul'un kara surları önüne gelen Osmanlı ordusu, 6 Nisan 1453'de kuşatmayı başlattı. Osmanlı donanması ise Haliç'in girişinde ve Sarayburnu önünde demirlemişti. Ordu; merkez, sağ ve sol olarak üç kısma ayrıldı. 19 Nisan'da yapılan ilk saldırıda, tekerlekli kuleler kullanıldı ve bu saldırı ile Topkapı surlarından burçlara kadar yanaşıldı. Osmanlı Ordusundaki er sayısı 150.000 ile 200.000 arasındaydı. Bu kuvvetlere Rumeli ve Anadolu beylerine bağlı çeşitli kuvvetler de katılmıştı.Çok şiddetli çarpışmalar oluyor, Bizanslılar şehri koruyan surların zarar gören bölümlerini hemen tamir ediyorlardı. Venedik ve Cenevizliler de donanmalarıyla Bizans'a yardım ediyorlardı. Fatih Sultan Mehmed Osmanlı donanmasının kuşatma sırasında yeterince kullanılamadığını ve bu yüzden kuşatmanın uzadığını düşünüyordu. İstanbul'un Haliç tarafındaki surlarının zayıf olduğu biliniyordu. Bizans bu bölgeye zinciri bu nedenle germişti. Yüksekten atılan taş gülleler Bizans donanmasından bazı gemileri batırmıştı fakat bir kısım donanmanın Haliç'e indirilmesi kesin olarak gerekliydi. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'un fethedilmesini kolaylaştıracak önemli kararını verdi. Osmanlı donanmasına ait bazı gemiler karadan çekilerek Haliç'e indirilecekti. Tophane önündeki kıyıdan başlayıp Kasımpaşa'ya kadar ulaşan bir güzergah üzerine kızaklar yerleştirildi. Gemilerin, kızakların üzerinden kaydırılabilmesi için, Galata Cenevizlilerinden zeytinyağı, sade yağ ve domuz yağı alınarak kızaklar yağlandı. 21-22 Nisan gecesi 67(yada 72) parça gemi düzeltilmiş yoldan Haliç'e indirildi. Haliç'teki Türk donanmasına ait toplar, surları dövmeye başladı. Ciddi çarpışmalar cereyan etti. Bundan sonraki günlerde top savaşı, ok, tüfek atışları, lağım kazmalar, büyük ve hareketli savaş kulelerinin surlara saldırıları devam etti. Kuşatmanın uzun sürmesi ve kesin başarıya ulaşılamaması askerler arasında endişe yarattı. Ancak, İstanbul'u her ne şartta olursa olsun almaya kararlı olan Fatih Sultan Mehmed kumandanların ve alimlerin de bulunduğu bir toplantı düzenledi. Cesaretlendirici bir konuşma yaptıktan sonra, 29 Mayıs'ta genel saldırının yapılacağına dair kararını açıkladı. Çarpışmalar sırasında Bizans'ı koruyan surlar üzerinde kapatılması mümkün olmayan gedikler açılmaya başlamıştı. Surlar içerisine küçük sızmalar oluyor, ancak geri püskürtülüyordu. İlk defa Ulubatlı Hasan ve arkadaşlarının şehit olmak pahasına tutunmayı başardıkları İstanbul surları, artık direnemiyordu. 53 gün süren ve 19 Nisan, 6 Mayıs, 12 Mayıs ve 29 Mayıs'ta yapılan dört büyük saldırıdan sonra Doğu Roma İmparatorluğu'nun 1125 yıllık başkenti olan İstanbul, 29 Mayıs 1453 salı günü fethedildi. İstanbul'un fethi, çok önemli sonuçları da beraberinde getirdi. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'un fethinden sonra batıdaki hakimiyeti pekiştirmek, sınırları genişletmek, İslam'ı en uzak yerlere kadar yaymak ve Hıristiyan birliğini bozmak amacıyla Avrupa üzerine bir çok seferler düzenledi. Sırbistan (1454,1459), Mora (1460), Eflak (1462), Boğdan (1476), Bosna-Hersek, Arnavutluk, Venedik (1463-1479), İtalya (1480) ve Macaristan seferleriyle Osmanlı İmparatorluğu Avrupa'daki hakimiyetini pekiştirdi. Sırbistan Krallığı tamamen ortadan kaldırılıp Osmanlı sancağı haline getirildi, Mora tamamen fethedildi, Eflak Osmanlı eyaleti yapıldı, Bosna tekrar Osmanlı hakimiyetine alındı, Arnavutluk ele geçirildi. 16 yıl süren Osmanlı-Venedik Deniz Savaşları sonunda Venedik barış imzalamayı kabul etti. İtalya'ya yapılan sefer sırasında Roma'nın fethi açısından çok önemli bir merkez olan Otranto, fethedildi ancak Fatih Sultan Mehmed'in ölümü üzerine geri kaybedildi

CENGİZ HAN (1155-1227)

Cengiz Han(1155 - 1227)

Resim

Moğol İmparatorluğu'nun büyük Han'ı, Ayrıca dünyanın en başarılı politik ve askeri liderlerinden biri olarak bilinir.
Cengiz Han
Küçük, savaşçı bir kabileden, dünyanın en büyük kara imparatorluğuna uzanan yolda Cengiz Han Asyanın en etkili ve en korkulan adamı oldu.

Asıl adı Temuçin’dir. Temuçin, 13 yaşlarında iken, babasını kaybetti. Henüz küçük olduğundan, kabilesi, onu bırakıp Tayciutlar’a katılmak istedi. Annesi Helün Hatun, binbir çaba ile kabilenin küçük bir bölümünü geri çevirebildi. Nice güçlük ve sıkıntıya rağmen, varlıklarını sürdürebildiler. Bütün bu olaylar sırasında, Temuçin’deki önderlik yetenekleri kendisini belli ediyordu.

Cengiz, han olduktan sonra Çin’deki Kitün/Chin Sülalesi'nin, kuzey sınırlarında Tatarlar’a karşı giriştiği bir harekete katıldı ve Tatarlar ezildi. Ona göre Tatarlar, atalarına kötülük edip, ölümüne neden olmuşlardı. 1202’te Tatar kabileleri ile savaştı ve onları yendi.

Cengiz Han, Moğolistan’ın tek gücü durumuna gelmişti. 1206 İlkbaharı'nda, Onon Irmağı boylarında bir kurultay toplandı. Bu kurultay, bütün kabilelerin temsilcileri Han Temuçin’i, bakanlığa (Kağan) getirdiler. Cengiz unvanı da bu sırada verilmiş olmalıdır.

Cengiz Kağan, Çin’den batıya giden ticaret yolunu denetimlerinde tutan Tangutlar’la savaştı. 1209’da kendisi de sefere katıldı. Başkent Ning-hia düşmediyse de, Tangutlar denetim altına alındı. Cengiz Kağan, Asya’nın doğusunda büyük bir güç olarak ortaya çıkarken, Orta Asya’nın kudretli devleti de Harezmşahlar’dı. İki ülke arasında birçok elçiler gidip gelmişti. Cengiz, iki ülke arasında özellikle ticaretin gelişmesinden yana olduğunu belirtmiş, Harezmşah'tan gelen kervan mallarını uygun fiyatlarla satın almıştı.

Cengiz, 1218’de bir kaç elçisi dışında tamamı Müslüman olan tacirlerin yönettiği 450 kişilik bir kervan hazırlatıp gönderdi. Cengiz’in Moğollar’ı tek bir devlet altında toplaması sonucu, eski Göktürk topraklarındaki bazı Türk Boylarının Batı’ya doğru göçü başlamıştır.

Asya’daki dinler mücadelesinde, Cengiz’in Şaman inancında olmasına karşın, siyasal açıdan İslamiyet’e yakınlaşmasıyla İslamiyet’e destek sağlamıştır.

Cengiz’le birlikte Asya’nın iktisadi yaşamı da değişime uğramıştır. Ülkelerarası ticaret yeni boyutlar kazanmış, sınırlar ve gümrükler ortadan kalkmıştır. Asya’da tek bir devletin egemen olmasıyla, Asya’nın batısı ile doğusu arasındaki ticari ilişkiler gelişmiştir. Cengiz Han, 1227 yılında ölmüştür.